Copyright © Sensiz Kelimeler Sözlüğü
Design by Dzignine

Kevakib





İkinci gelişim bu şehre. Hayatı anlamlandırma denemelerimden yılgınlığa uğradığım, sahiline sığındığım denizin dalgalarına kucak açtığım yıllar. Ümitlerimi sunduğum insanlardan bir karadeliğe tıkılma tehditleri almıştım. Yalnızlık bakıyor, aşka mutedil bir tercüme olmaya çalışıyordum. Kendime ait bir şeylere tutunup yükseklere açılma gayesindeydim. Azimliydim. İnsanlardan korkuyor, çocuklara tedbirliydim. Kafesinde umarsız haliyle sohbetime katılan kuşum kadar rahat olamıyordum bir türlü. Zamana bir menfez açıp, kendimi anlamsızlık ve yücede kaybetmeliydim. Bir nevi Amok Koşucusu suretindeydim, fakat zarar veren ben değildim. İstanbul'un kuşlarını, dalgalarını, havasını bu küçük şehre tercih etmemim bahanesi, sen olmalıydın. Her şeyden kaçtıkça sana yakınlaşmamın bir açıklaması olmalı. Gözlerini çok özlemiştim. Saçlarını. Sözlerini...
Otobüs muaviniyle hafif tartışmıştık. Garaja giremezmiş. Yorgundum. Tüm yükümü yüklendiğim çantamı aldım. Üniversitede okuyan dostun evinin yolunu tuttum. Bulmak kolay oldu. Dertleştik. Dinlenir dinlenmez bir başka dostun evine sığınmıştık. Kevakib'i orada tanıdım. Aslında kendisini değil bedbaht eserini tanımıştım: Dünyaya bir adım uzak aşığını. Asildi. Aşka aşıktı. (Kağıthane'de ki mezarlıkta sabahlayan Selim'e benziyordu. Sevdiğini kaybettikten sonra, bir ayda 22 kilo veren, gülmeyi unutan bu mazlum aşığı seviyordum. Mecidiyeköy’de halk otobüslerinin arasında kalıp ölen sevdiğinin yanına gitmek için can atan Selim, Kevakib'i anlamama yardımcı olmuştu. Üç dost, tek düşüncesi intihar olan bu adama söylenebilecek bir cümlenin ne olabileceğine kafa yormuştuk bir akşam. Yoktu. Tıpkı senin yokluğuna, sözcüklerin kifayetsizliği gibi.) Bu eve sığınmasının nedenini anlamam uzun sürmedi. Uykusunda bile dayak yediği bir babanın, üç çocuğuyla karısını terk edip sekreteriyle yaşayan bir abinin, bir türlü kelimeler üzerinde anlaşamadığı bir annenin arasından kopup, bu insanların dostluğuna sığınmanın anlamı çok büyük olsa gerekti. Fakülteyi bitirmesi için alttan dört dersi vermesi gerekiyordu. Sonra belki de öğretmen olup gidecekti bu zulüm diyarından, Kevakib'i hatırlatan bu şehirden. Şimdilik mecburi ikametinde ise sık sık gelip evin üç as elamanıyla muhabbet etmekle mutlu oluyordu. bir kıldan çektiği kadar kimseden çekmeyen, çiğ köfteci Fatih, kıymetli bir varlığını kaybetmesine ve büyük bir gondol faciası yaşamasına rağmen matraklığını devam ettiren Ali, doğunun sıcak insanın tüm özelliklerini üzerinde taşıyan, şalvarsız bir anı görülmeyen Ömer, O'nun dünyasının yegane dayanak noktalarıydı.
Sabahlara kadar süren dertleşme seanslarından sonra bağlamasının tellerine dokunup, kuru şarkılara hüzün yükledikçe sana uzanırdım. Kim bilir nerede hangi hüzünlü şarkının mısralarından bir şeyler derliyordun bize.
çocukların bir masala kandığı gibi
ben de senin sözlerine kanmıştım
güneşin yeryüzünü yaktığı gibi
gülüm ben de senin gözlerinde yanmışım
Bu sözleri türküyü O'ndan dinlemelisiniz. Bağlamanın tellerinden dökülen gözyaşlarıyla eşlik ederdik. O'na. Gözlerini Kevakib'e kapatıp, hayata uzaktan bakışını unutamam. Halindeki sergeşlik, anılarının yağmur gibi sözlerine akması ve İsmet Özel'e bağlılığı. İstemese de fazla konuşurdu. Bazen ağır laf ederdi ağzı. Mesela; sonunda ölüm olmayan hiç bir şeyde arama beni, demişti bir gün. Şiire aşıktı. Neden yazmadığını sorduğumda "Anlatamam" demişti. "Devamlı bulanık akan Yeşilırmak'tan mı, dağların arasına sıkışıp kalmış bu şehirden mi? Düşlerimde yazıyorum ama apansız yağmurlar kaçırıyor mısralarımı. Zaten gözyaşsız sözcüklere itimadım yok. Hep hayal ediyorum: Tanrıçalara kurban edilen güzellerin kanlarının aktığı gölün kenarında yetişmiş bir kamış geçer elime. Belki yazarım o zaman." derken boşlukta kaybolup beni yalnız bıraktığına şahit olurdum. Kevakib'i anlatmasını isterdim. Susardı. "Öğretmen şimdi." deyip susardı. Bir ara Balıkesir'de olduğunu da söylemişti galiba. Neden ayrıldıklarını sorduğumda "Aptal bir rüyadan dolayı" deyince şaşkınlığım artmıştı. Sonraları o geceyi anlatmıştı bir yalnızlık anımızda. Mutlu günleri bitiren, doktor doktor, hoca hoca dolaştırılmasına sebep olan o geceyi. Ayrıldıkları temmuz gecesini. "O gece zihnime soktuğu tüm ayrılıklar, O'nun gözlerini silmiyor aklımdan. Ne renk baktığını hatırlamasam da karanfil bakardı sanki. Aşkta bakardı. Benzer bakışların ağırlığı altında ezilmekten yoruldum artık. Uzun uykulardan kalan rüyalara, ben de manalar yüklemek istedim. Hocama anlattıklarım çoktan silindi hafızamdan. Bir; O'nun bir biblo olarak süslediği rüyalar üzüyor beni. Hep suskun çünkü. Göz kapaklarımın arkasına sakladım hayalini, kimseler anlamasın diye sadece sigara dumanlarına çizdim. Hep uyanmak ve O'na doğru çılgınca koşmak istedim. Dağlar çıktı önüme. Aldırmadım. Ama bu şehir bırakmıyor işte beni. Bilmem ki gitmeli miyim?" deyip o bildik şarkısına devam ederdi:
gel bulut ol, yağ da biraz ıslandır
al başımı dizlerime yaslandır
delirmişim sev de beni uslandır
ben aklımı gözlerine takmışım
Kevakib bir muamma olsa da, müşahhas bir misal olarak sen duruyordun karşımda. Dayanıklılığıma hayretim gün be gün artıyor. Gel demenin ne kadar zor olduğunu anlatamam. Yüreğim bir kumbara gibi her gün azar azar hüzün biriktiriyor. Seni yalnızlıktan devşiriyorum. Sevmenin bu kadar yaban olduğunu bilemezdim ki. Kevakib için Fatih "parlak yıldız" demişti. Senin için "girift yol" mu demeli? Bir güvercin sadeliğinde kaybolduğunda ben sana ne adlar vermiştim oysa. Sevgili.
"Senin beni anladığını hissediyorum. Ayrıntıları ahenkleştiriyor ve beni kargaşadan uzak tutmaya çalışıyorsun. Nede olsa ortak bir ipimiz var. Tutundukça şiir fethediyor dostluğumuzu. Diğerlerinin sıcak dostluklarını unutamam. Gecelerin verdiği sızıları kelimelerle akıttım gözlerine. Şikayetten öte aşka yol açan bir şeyler işittim onlardan. Anlaşılmak gibi bir dert taşımıyorum. Çağı aşmalıyım deyişime kendilerini gülmekten uzak tutup, fırtına da yolunu yitirmiş bir sandala kıyıdaki fener aydınlığı vermeleri beni rahatlatıyor. Tütünümüz de ortak çoğu zaman. Tek..." deyip kesmişti sözünü. Soramadım.
Kevakib dikilecekti tekrar karşıma. Acı vermemeliydim. Kadirşinas birisiydi. Bende anılarına karşı öyle olacaktım. Gizli bir sözleşme de sayılabilir bu. Sonra anlattı. Hocasını. Ayyaş alevi dedesinin kendisini nasıl tedavi etmek istediğini. Kocakarı ilaçlarından çektiklerini. Derin ve uzun uykularını. Rüyalarını. İnsanlardan ne beklediğini. Dostluğu. Bağlamaya başlama hevesini. Bir kız yüzünden anfiye dalıp, ortalığı karıştırdığı için okuldan nasıl ceza aldığını.
Hepsinden sana ait bir şeyler çıkarma derdindeyim. Senin bilmeceni çözmeme yarayacaktı bu. İhanet endişesi olmasa belki de başarırdım. Senden uzaklaşamama korkusu da kaplamıştı içimi. Şehrin en yükseğinde bulunan kaleye tırmanmayı düşündüm. Ufukta seni arayacaktım. Bulutları koklayıp rüzgardan seni soracaktım. Korktum. Lanet sınava çalışmak bahanesi önümü kaplamıştı.
Geceme ay gündüzüme biraz güneş sal
Onurunla yaşam olur, sen hep böyle kal
Sermayem sevgimdir canım, onu da sen al

Ben seni şu yüreğime salmışım

Günlerce özentisiz bir giyim ve şaşkın kelimelerin sahibi bu adamla Kevakib'in siluetini arşınladık. Son günlerimizde içindeki katlı dağları açığa vurmama endişesinden kurtulmuştu. Bu küçük şehirde bu kadar çok dostun varlığı bize yetiyordu. Zaman akıp gitmiş ve bana yazılacak çok şeyler bırakmıştı. Ama sırf senden kaçışımı hızlandırmak için uzaklaşıyorum onlardan. Tenha sözle yetmeliydi bize. Eski şarkılarda öyle. Demiştin ya ipe giderken bile satmayacağız birbirimizi, aşkımızı. Biliyorduk, nereye gidersek gidelim öleceğimizin yere varmaktan başka bir şey yapmayacaktık...

"Kendimden aşağı olanların bana benzemesini istedim hep. En büyük suçum bu." derken, ben "Sonsuz açılımlardayım ama gayem bir noktaya küçülebilmek" sözünün etkisindeydim daha. Kevakib'e aşkla bağlanacak adam ancak sen olabilirdin, dedim ve içli bir şarkıdan çok ebemkuşaklarının iksirini gönlüme taşıyan şarkıyı bir daha söylemesini istedim. "Çocukların bir masala..."

Gerçeğe bezenmiş bir hayal aleminde olmadığımı söyleyecektin. Bense yalnız başıma senin yollarındayım. Her belada şükrederek geziniyorum kelimelerde.

Bir haftalık zaman Kevakib'le ve dostlarla olan ortak noktaların tespiti için önemliydi. Hızla kılıbıklığa doğru yol alan üniversiteli dosttan başka cemaat burgacında yönlerini tayin edememekten şaşkınlığa düşmüş üç dört insanın anıları da üzmüştü beni. Hüzün kelimesine sığınmaktan başka yapacağım bir şey yok derken bir martının kulağıma fısıldadığı şarkıyla uyandım. Beşiktaş'tan Dört Levent'e doğru yol alıyordum.

Kevakib kim? Bu soruya verilen tüm cevaplar beni sana zorluyordu. Vazgeçtim. Bir zamanlar herkesin yüreğinin taa derinliklerinde hissettiği bir sıcaklıkla esiyordun. Penceremden bir gece vakti yıldızlara uzanıp orada ki tüm dostlara seslendim:

Haydi mırıldanalım şarkımızı.

Semahımız başlasın.

Göreceksin milyonlar olacağız.

Semadan ayet ayet inecek yeryüzüne aşklarımız ve yüreklerimiz hep aşkla çarpacak.

Sen de mırıldan. Sevgili.

Ben mırıldanıyorum.

Sen güllerin üstünden yürüyüp gideli...

Güller ülkesine...


Adem Özbay 

0 yorum:

Yorum Gönder

Sensiz kelimelerin sesi olduğun için teşekkürler...