Bir
gün seni düşünerek son nefesimi verdiğimde, bunu bir üstünde dolaşan bulutlar
bir de ayağını bastığın toprak bilecek. Bir tek onlar anlayacak halimden, bir
tek onlar bilecek kadri kıymetimi, bir tek onlar dostluk edecek bana uzun
uykumda...
Hiç
iyileşemeyecek kalp yaralarımla sarıldığım bembeyaz kefenim, benim acılarım
içim sargı bezi olurken, ağrılarıma merhem olacak toprağın ve nefessiz kalan
bedenime can verecek gökyüzün hep birden şahitlik yapacaklar seni ne kadar çok
sevdiğime.
Gökyüzü
kuşları dolaştıracak, toprak çiçekler bitirecek üzerimizde. Kuşların ve
çiçeklerin şarkılarıyla hasretim dile gelecek nice ömürler boyunca.
Eğer
bir gün gezinirken güzel yüzünle sokaklarda, gelir de tatlı bir rüzgar,
dünyanın en tatlı güzel gözlerine, dünyanın en tatlı yanaklarına bir öpücük
kondurursa bil ki bendendir. Sana hasret gitmiş dudaklarımın hüzünlü özlem
şarkılarına dayanamamış bulutların ve toprağın ricasına gelmiş bir rüzgardan en
riyasız, en içten, en yalnız ve en ölümlü öpücüğüdür o.
Dünyanın
tüm aşıklarından neşet etmiş ne kadar öpücük varsa, işte o zaman derin bir ah
ederler halime. Tüm aşıklar mezarlarından bir titremeyle sarsılır, tüm kavuşmuş
sevenler mutluluklarına pişman olup, en içten dualarla yakarırlar rablerine.
Tüm mutluluklarını bağışlamak isterler senin o güzel dudaklarının bir öpüşüne.
Ne
çare ki, bedbaht ömrümün son sayfası da karalanmış, acıların alfabesiyle
doldurulmuş ömür defterim mahşere kadar açılmamak üzere kapanmıştır. Lakin
kapanmadan giden, sana bakmaya doyamadan giden gözlerim, mezarda da olsa hep
seni gözler...
İmkansızlığını
bile bile bir meleğin elinden tutup gelip, son bir sözünü söylemeni beklemem ne
kadar beyhude olsa da, bilsen ne büyük bir hasrettir ki, ölümlü bedenimi son
uykusuna bir türlü bırakmaz.
Nice
geceler gördüm, nice sabahlar; lakin toprağın karanlık bağrında gecemi gündüzümü
ayırt edemeden seni beklerken bir bakarsın, sen ellerinde boynu bükük iki
çiçekle gelirsin. Adım sanım unutulsun diye ismimi bile yazdırmadığım mezar
taşımı öpüp toprağımı okşar, bulutumu gözlersin. İki damla gözyaşı döküp beni
ne kadar çok sevdiğini söylersin. Uzun uzun anlatırsın bana; mahcup ve kaçamak
bakan gözlerimizle bakarak güç bela can verebildiğimiz üç beş kelimeyi
konuşurken ne kadar mutlu olduğunu. Söylediğin her sözün sonunda bağıra bağıra
seni seviyorum demek istediğini söylersin. Gelip nefessiz kalana kadar öpmek
istediğini. Ve ben de seslenirim sana aşağıdan: Tıpkı benim gibi...
Ah
sevgilim. Gelip geçen ömre kurban edilmiş nice büyük bir sevgiydi bizimkisi.
Zorlu dağların zirvelerinde binlerce kilometrelik beyazlığın ortasında açıveren
kardelen gibiydi. Ya da milyonlarca kilometrekarelik bir çölün ortasındaki
minik bir vaha. Ne karları eritebilirdik, ne de çölü yeşile çevirebilirdik.
Olsun.
Her şey için müteşekkirim sana. Yaratıcının içime gizlediği şifreyi bulduran
sevgine, hiç öpemediğim yüzüne, hiç tutamadığım ellerine. Seninle iki yabancı gibi
geçen günlerin güzelliğine.
Bil
ki, şimdi üzerimde uçan bulutlar, altımda uzanmış toprak ve alfabemden sana
sunduğum harfler yokluğunu aratmıyor bana. Çünkü neyim varsa, sensin. Neye
baksam sensin, neye dokunsam sen.
Ne
kadar yaşasam sen, ne kadar ölsem sen.
Sen
kalbim.
Sen
yaşamım.
Sen
ölümüm.
Sen
dünya.
Sen
ben.
Adem Özbay