Bir gün seninle bir deniz kıyısında karşılaşalım. Belki benim belki
senin yanında bir iki çocuk olsun. Bir bankta otursun birimiz. Birimiz
deniz kenarında dalgın dalgın yürürken önünde koşturan çocuğa baksın.
Sonra çocuk bir banka yönelsin ve çocuğu izleyen gözler birden buluşsun.
O üç beş saniye bir ömür gibi gelsin geçsin. Gözlerimiz nemlensin.
Orada birbirimize uzun bir hasretten sonra kovuşan iki dost gibi
sarılmış olalım. Mesela yıllar sonra karşılaşan bir okul arkadaşı, bir
asker arkadaşı, bir iş arkadaşı gibi...
O kısacık zamanda birbirimizi ne kadar özlediğimizi anlatsın o bakışlar. Ne kadar çok yalnızlık çektiğimizi ne kadar çok üzüldüğümüzü anlatalım birbirimize. Evlendiğimizi, çoluk çocuğa karıştığımızı ama çocuklarımıza her baktığımızda birbirimizin gözlerine bakıyor gibi hissettiğimizi anlatalım.
Gelip geçen günlerin aslında hiç de gelip geçmediğini anlatalım birbirimize, bir Bergen şarkısında kaybolduğumuzu, Neşet Ertaş’ın Gönül Dağı’nın son mısralarındaki gibi uyuduğumuzu, gökyüzünde birbirimize hediye ettiğimiz yıldızlara bakmaya korktuğumuzu, güldüğümüz fıkraları başkalarına anlatmanın ne kadar acı olduğunu, tavlanın zarlarını atarken parmaklarımızın sızladığını anlatalım.
Anlatalım ki, yaralarımızı dağlayan uzaklıktan kurtaralım birbirimizi. Şimdi nerde ne yapıyor diye düşünmekten, birbirimize ait bir eşyayla karşılaştığımızda bayılacak gibi olmaktan, adının yazıldığı bir dükkânın etrafından saatlerce sarhoş sarhoş dolaşmaktan vazgeçelim. Yılların sırtımıza yüklediği bu hasreti bir çırpıda atalım derin kuyulara. Hani ayrıldıktan sonra aylarca rüyalarımızda düştüğümüz o derin ucu bucağı olmayan kuyulara...
Yusuf gibi hani. Kardeşleri tarafından bir kuyuya atılan çocuk Yusuf’un kalbi de bizimki gibi pırpır etmiştir gecelerin yalnızlığında. Bir tarafta kardeşlerinin ihaneti, bir tarafta babasının geceleri yaslanıp uyuduğu kucağı varken, o gecelerde ne kadar da çok acı çekmiştir ne kadar çok ağlamıştır değil mi? İnsanın kalbi bir kuyudur. Önce onun içini sevgiyle doldururuz, sonra ayrılık zehriyle. O kuyudan Züleyha’ya giden bir yol bulunmaz, o kuyudan Mısırsa sultan olacak bir talih çıkmazdı elbet. Çıka çıka böyle bir deniz kenarında karşılaşma hayali çıkardı işte.
Belki de fazla bakmayalım birbirimize. Dalgın bakışlarıyla sahilde yürüyenimiz uzaklaşsın arkasına bakmadan, başını eğsin ve ikimiz de ağlayalım, denize karışsın sevdamız.
Bir romanda iki sevenin mezarlarından aldığı toprağı denize döktükten sonra “Eğilip denizi öpen” adamı anlatmıştı yazar. Sen deniz kenarından gittikten sonra içimde yanan ateşleri söndürmek için eğilip denizi öperdim. Yeryüzünün tüm denizlerinin, okyanuslarının, derelerinin, nehirlerinin serinliğini içime çekip ancak ferahlatırdım kalbimi. Belki de gözyaşlarından bir dağ yapardım içime, hasretimi denize dudaklarımdan akıtmak için…
Adem Özbay
O kısacık zamanda birbirimizi ne kadar özlediğimizi anlatsın o bakışlar. Ne kadar çok yalnızlık çektiğimizi ne kadar çok üzüldüğümüzü anlatalım birbirimize. Evlendiğimizi, çoluk çocuğa karıştığımızı ama çocuklarımıza her baktığımızda birbirimizin gözlerine bakıyor gibi hissettiğimizi anlatalım.
Gelip geçen günlerin aslında hiç de gelip geçmediğini anlatalım birbirimize, bir Bergen şarkısında kaybolduğumuzu, Neşet Ertaş’ın Gönül Dağı’nın son mısralarındaki gibi uyuduğumuzu, gökyüzünde birbirimize hediye ettiğimiz yıldızlara bakmaya korktuğumuzu, güldüğümüz fıkraları başkalarına anlatmanın ne kadar acı olduğunu, tavlanın zarlarını atarken parmaklarımızın sızladığını anlatalım.
Anlatalım ki, yaralarımızı dağlayan uzaklıktan kurtaralım birbirimizi. Şimdi nerde ne yapıyor diye düşünmekten, birbirimize ait bir eşyayla karşılaştığımızda bayılacak gibi olmaktan, adının yazıldığı bir dükkânın etrafından saatlerce sarhoş sarhoş dolaşmaktan vazgeçelim. Yılların sırtımıza yüklediği bu hasreti bir çırpıda atalım derin kuyulara. Hani ayrıldıktan sonra aylarca rüyalarımızda düştüğümüz o derin ucu bucağı olmayan kuyulara...
Yusuf gibi hani. Kardeşleri tarafından bir kuyuya atılan çocuk Yusuf’un kalbi de bizimki gibi pırpır etmiştir gecelerin yalnızlığında. Bir tarafta kardeşlerinin ihaneti, bir tarafta babasının geceleri yaslanıp uyuduğu kucağı varken, o gecelerde ne kadar da çok acı çekmiştir ne kadar çok ağlamıştır değil mi? İnsanın kalbi bir kuyudur. Önce onun içini sevgiyle doldururuz, sonra ayrılık zehriyle. O kuyudan Züleyha’ya giden bir yol bulunmaz, o kuyudan Mısırsa sultan olacak bir talih çıkmazdı elbet. Çıka çıka böyle bir deniz kenarında karşılaşma hayali çıkardı işte.
Belki de fazla bakmayalım birbirimize. Dalgın bakışlarıyla sahilde yürüyenimiz uzaklaşsın arkasına bakmadan, başını eğsin ve ikimiz de ağlayalım, denize karışsın sevdamız.
Bir romanda iki sevenin mezarlarından aldığı toprağı denize döktükten sonra “Eğilip denizi öpen” adamı anlatmıştı yazar. Sen deniz kenarından gittikten sonra içimde yanan ateşleri söndürmek için eğilip denizi öperdim. Yeryüzünün tüm denizlerinin, okyanuslarının, derelerinin, nehirlerinin serinliğini içime çekip ancak ferahlatırdım kalbimi. Belki de gözyaşlarından bir dağ yapardım içime, hasretimi denize dudaklarımdan akıtmak için…
Adem Özbay
0 yorum:
Yorum Gönder
Sensiz kelimelerin sesi olduğun için teşekkürler...