Galiba son geldik. Belki de bu son mektubun olacak sana. Ve
bana. Sen kadar kendime yazdığımı yeni anladım. Koca bir yıl geçtikten sonra.
İlk mektubun tarihine baktım şimdi: 14 Şubat.
Sevgili olmadan da kutlanabileceğini öğrendiğim bizim kısabacak
Şubatın en tatlı günü.
Nerdeyse bir yıla yakın bir sürede sana kimbilir neler
yazdım. Ben yazdıktan sonra zarfa koyup kapatıyorum ve tekrar okumuyorum neler
yazdığımı. Böylesi daha iyi. Mektuplarıma editör edasıyla yaklaşmak
istemiyorum. Onları yazıldığı anki samimiyette, kafa karışklığında,
karmaşıklıkta ve tashihlerle dolu satırlarda bırakmak istiyorum.
Bir gün şu an nasıl bir neden olabileceğini bilmediğim bir
nedenden ötürü mektuplarımı okumak istersem çok farklı bir deneyim yaşayacağımı
biliyorum. İlginç olacak.
Evet.
Nasıl bitirmeliyim sence?
5n 1k’mı yapsam burda da? Bence işe yaramaz. En iyisi bir
özet geçeyim.
Soğuk bir günde üstümdeki beyaz montumla eski han odasındaki
dağınık masanda başladı tüm bunlar. Sen kimbilir ne düşünüyordun. Ben işsiz
geçen günlerimin biran önce son bulmasını.
O odada başlayan günler su gibi akıp geçti. Sonra sen kendi
ajansını kurdun. Muhteşem bir başarı elde ettin, reklam dünyasının dahi çocuğu
oldun.
Sonra ben biraz eski işte kaldım sırf sen elemanlarımı
transfer etti dedirtmemek için kendine.
Sonra günler geçti, fena sevdik birbirimizi. Feci sevdik
hatta. İlk yürüyüş. İlk elele tutuşma. İlk öpüş.
Sonrasında ilk kavga ilk ayrılık. Tekrar bir araya gelmemiz.
Tekrar ayrılmamız. Tekrar bir araya gelmemiz.
Ve nihayetinde senin beklenildiği gibi başlayan başka bir
ilişkin. Ve benim bir daha dönmemek üzere gitmem. Sadece evden değil, herşeyden
ve herkesten.
Sonra çok ama çok sancılı geçen uzun zamanlar. Ayrılığı
beceremeyişimiz. Ayrılığı hazmedemeyişimiz.
Sonra tüm bunlar durgunlaştı. Durgun bir suda seken iki taş
gibi, sektik sektik ve denizin en durgun yerine dalıverdik. Orada denizin en
derininde sakinliği bulduk. Yalnızlığı.
İnsanoğlu gökyüzünü araştırmak için sarfettiği çabayı
denizler için harcasa uzayda bulacaklarından çok daha ilginç dünyalar
bulabilirdi. Denizlerin derinliklerinde muhteşem hayatlar var.
Ve yalnızlık var.
Okyanusların binlerce kilometre derinliklerinde bulunacak en
büyük keşif tıpkı aşkın bize yaşattığı gibi bir yalnızlıktır.
Kapkaranlık ama huzurlu.
Güneşi, yağmuru, rüzgarı olmayan ama hayat dolu.
Aşk yalnızlığı, sesizliğin Yaratıcı tarafından bestelenmiş
halidir. Öyle derindir, öyle şaşırtıcıdır, öyle muhteşemdirki onu anlamak için
yalnızlığın mağrur ve muhteşem sahibi Yaratıcı gibi düşünmek ve hissetmek
gerekir.
Kim aşkın derin acılarını çekip sonunda kendine huzur veren
yalnızlığı bulmuş ise işte o bu evrende Allahın yoldaşıdır.
Şimdi bitmeyen bir huzurdayım.
Yaşadığım tüm günleri şükranla, minnetle anıyorum.
Aşkın, seni sevmenin beni bu kadar hırpalayacağını bilsem
kesin baştan bu maceraya girmezdim. Ama şimdi tekrar tekrar savaşmaya ve
yenilmeye hazırım. Yenilgilerimi biriktire biriktire hayatın ve aşkın yenmek ve
yenilmek olmadığını, berabere kalmak olduğunu öğrendim.
Seninle berabereyiz artık. Sen beni ne kadar üzdünse bende
seni o kadar üzmüşümdür mutlaka. Sen beni ne kadar özlemişsen ben de seni o
kadar. Ne kadar kırdıksak birbirimizi eşitiz, ne kadar acı çektiksek eşitiz.
Beraberliğimiz bizi ayrılıkla sınadı ve kazandık.
Evet kazandık.
Sevmek anamızın ak sütü kadar helal oldu bize. Düşe kalka
vardığımız bu yolda bizi kimbilir neler bekliyor. Başka sevdalarımız olabilicek
mi, başka ayrılıklarımız ya da başka berabere kalışmalarımız.
Yazmayı senin kadar hiç beceremedim. Kalem en çok sana
yakışırdı hep. Kelimeleri sözlük anlarımın dışında pek kullanmazdım. Şimdi
kullanıyorum. Sadece kelimeleri değil, hayatı da kendi anlamı dışında
tanımladım kendime ve öyle yaşıyorum.
Tüm bunlar için sana kocaman bir teşekkür etmeliyim. Affediyor
olmanın bağışlayıcı olmanın havasını atan bir sevgili değilim sana bunları
yazarken, asla böyle anlama lütfen. Sadece bütün içtenliği ile ömründe
gerçekten sevmiş ve sevilmiş olduğunu ruhunun tüm hücreleriyle anlayabilmiş bir kadınım ben. Bunu anlamak kimi zaman beni
akıl sağlığımdan etse bile nihayet aşkın asil ve en güzel çocuğu yalnızlık ile
başbaşa kalabildim.
Bu huzurlu bir tepede, esen rüzgarın bir Zeki Müren şarkısı
söylemesine benzer bir duygu. Hem dinlendirici hem şaşırtıcı.
Kimbilir kime yazdığın, belki de sana gönlünde yeni kıvılcımlar
attıran bir yeni bir güzele yazdığın son şiirini gördüm nette. Kendine çok
güzel bir web sayfası hazırlamışsın. Şaşırtıyorsun beni, bu tatlı satırlar kime
acaba!
“Hadi gel sevgilim uçup gidelim buralardan,
Aşk bakışı bir dünya haritası çizelim kalbimize,
Kuzey kutbu bir yanağın olsun
Güney kutbu diğer yanağın,
Ekvotor çizgisi çekelim dudaklarımızla,
Denizlerimiz gözlerin olsun,
Rüzgarlarımız saçların,
Hadi gel sevgilim uçup gidelim buralardan,
Aşk bakışı bir dünya haritası çizelim kalbimize,
Seyyah eyleyelim aşkın paralel ve meridyenlerinde.”
Senin nerelerde seyyahlık yapacağını bilmiyorum ama ben bu aşk
yalnızlığında mutlu ve mesudum. Hayatta ne kadar es geçtiğim güzellik varsa,
hoşluk varsa, şimdi yakasından tutup ‘Hadi bakalım, düş önüme!’ diyorum.
Sağolsunlar hiç biri beni kırmıyor.
Çivi çakarken çekiçle parmağına vurmuş birisinin acısı ile
aşk acısı birbirine benzer. İlk anda çok acı verir. Sonrasında biraz daha az.
Sonrasında ise çekiç görene dek hiç hatırlanmaz.
Sana çekiç demiyorum ama böyle bir durum bizimki. Hayatın
sonuna kadar böylede kalacak. Zaman zaman hatırlayacağız bizi birbirimize
hatırlatan bağlarımızla. Ama sonunda yüzümüzde bir gülümseme belirecek ve
içimizde hiç bir yere gitmeye tenezzül etmeyecek bir duygumuz olacak.
Aşk yalnızlığı!
Bizim birbirimize armağan ettiğimiz yegane güzel şey.
Adem Özbay
0 yorum:
Yorum Gönder
Sensiz kelimelerin sesi olduğun için teşekkürler...