Sana yeniden mektuplar yazmaya başladığımda, sana yazdığım
ilk mektubum aklıma geldi. Onu buldum biliyor musun? Üniversiteden kalan bir
defterime karalamıştım önce mektubumu, sonra temize çekmiştim. En az altı yedi
saat uğraşmıştım, çok iyi hatırlıyorum.
Şimdi tekrar o sayfaları görünce, okuyunca; ömrümün en güzel
ve en kötü mektuplarını sana yazmışım, bunu anladım.
Sevgilim,
Bu sana ilk mektubum,
İlk kez sana kelimeler
gönderiyorum kalbimin postasından,
Sana yazmak istedim
çünkü seni sevdiğimi bil istedim.
Sevgilim,
Herkes yaşar, fakat
bazıları gerçekten yaşar,
İşte onlar sevmeyi
becerebilenlermiş.
Şimdi ilk kez
anlıyorum bu sözün ne demek olduğunu:
“Sevmeden yaşanmış bir
ömür beyhude yaşanmış bir ömürdür.”
İlk kez içimde bir
coşku,
Kalbim sorsa bana
mahşer günü “Ne yaptın benle?”
“Sevdim” diyeceğim,
Sevdim, sevmeyi en
güzel nimet bilerek sevdim.
Ben ki,
Ne zaman sevmek
konuşulsa içim cız ederek dinlerdim,
Sevmeden, seni
bulmadan, seni bilmeden,
Gideceksem bu
dünyadan,
Neden yaşamışım ben,
neden nefes almışım o kadar boşu boşuna,
Diye içlenirdim her
sabah, her öğlen, her akşam,
İçlenirdim,
dillenirdim, küllenirdim…
Sevgilim,
Şimdi sana yazmak için
öylesine doluyum ki,
Öylesine bilendim ki
sana “seviyorum” demeye,
Gören içimde kocaman
seviyorum kütüphanesi var sanır.
Seviyorum, seviyorum,
seviyorum…
Sadece sevmek değil
hem benimkisi,
Senin ellerini tutup
yürüyorum gündüz her yere,
Senin gözlerinle
bakıyorum nereye baksam,
Senin kelimelerin
çıkıyor ağzından ne söylesem,
Senin nefesin doluyor
içime,
Bedenime değip geçen
her rüzgâr sen,
Kulağıma fısıldanan ne
varsa sen,
İçimi ürperten, içimi
hoş eden her şey sen,
Yağmur yağsa senden
biliyorum,
Yıldızlar açsa
geceleri gökyüzünde senden,
Çiçekler renk verse
senden,
Bir çocuk gülümsese
senden…
Sevgilim,
Yazmak, durmadan
yazmak, hiç bıkmadan yazabilirim sana,
Bütün denizlerin suları
mürekkebim olsa yine de yetmez sana söyleceklerime,
Ben şu aşk
masallarındaki ne Leyla ne Aslı ne Şirin gibi hissediyorum kendimi,
Kendimi erkek
meslektaşım Ferhat gibi hayal ediyorum,
Onu seviyorum çünkü
onun aşkının emeği insanlara su sağladı,
Fayda getirdi.
İsiyorum ki seni
sevmek kocaman faydalar getirsin hep.
Deseler ki dağları
deler misin Ferhat gibi,
Senin için bu âlemin
bütün dağlarını delerdim,
Ve insanlar suya
kavuştuklarında,
Bende sana kavuşurdum
hasretime hasretler ekleyerek,
Seni durmadan,
bitmeden, tükenmeden özleyerek…
Sevgilim,
Yarın seni sevdiğimin
üzerinden tam 10 gün geçmiş olacak,
On koskocaman gün,
O günler ki nice
ömürlere değerdir,
Her bir gününün bir
saniyesine tüm ömrümü isteseler,
Hiç ikiletmeden
veririm,
Sevmeyi benimle paylaşan
yâre helal olsun derim.
Helal olsun sana
sevmelerimin hepsi,
Uykusuz gecelerim,
Tir tir titrediğim
sensiz geçen saatlerim,
Özlemekten deliye
döndüğüm anlarım,
Seni düşünürken
kaybettiğim yollarım,
Ağrıyan ayaklarım,
azan nasırlarım,
Kıpır kıpır eden
kalbimin sancıları,
Hepsi helal olsun
sana,
Sevgilim.
Şimdi bu mektubu okuyorum tekrar tekrar tekrar. Her
okuduğumda o günkü coşkumdan hiçbir şey kaybetmediğimi anlıyorum. Tıpkı o günkü
gibi seven bir kalbim var hala. Ben ne kadar bunu inkâr etsem de, kalbim bir
tokat gibi yüreğime bu gerçeği çarpıyor.
Böylesine sevebilmişim seni.
Bu aslında başlı başına sevinilmesi gereken bir durum, değil
mi? Belki de benim o günlerde yaşadığım gibi bir saniye bile yaşamadan ölüp
giden niceleri var.
Ama böylesine sevip sonra kaybetmek ne kadar acı bilemezsin.
Hiçbir erkek ayrılık sonrası bir kadının yaşadıklarını
bilemez. Nasıl içimizden tüm yaşam belirtilerinin sökülüp alındığını bilemez.
Nasıl sabahları uyanmamak için, güneşi görmemek için perdelerin arkasına saklandığımızı
bilemez. Sevdiğinden kalan bir resmin, bir eşyanın, bir anının onun kalbini
nasıl paramparça ettiğini bilemez. Ve o kalp kırıklarının diğer bütün
organlarını bir cam parçası gibi paramparça ederek harap ettiğini bilemez.
Her kadın sevmekten mağlup olduğunda ruhunu kansere teslim
eder. Tedavisi için uzun kemoterapilerin olması gerekir, içindeki sevdiğine
dair ne varsa dökülmesi gerekir, tıpkı saçlar gibi…
Ruhumu kanserden kurtarmak için neler yapmadım ki.
Senden uzaklaştığımda seni hatırlatacak ne varsa sildim
hayatımdan. Ortak dostlarımızı, ortak telefon numaralarımızı, ortak
kullandığımız tüm eşyaları attım çöpe.
Seninle gittiğim hiçbir kafeye gitmedim, seninle yediğim
hiçbir yemeği yemedim aylarca. Bütün lokmaları boğazıma dizilip beni boğacaklar
diye korktum.
Bir tek seninle olan resimlerimizi yakmaya kıyamadım.
Onları yatak bazamın içindeki kışlık elbise bavulumun en
altına sıkıştırdım. Sonra her yatağa yattığında hayalin gözümün önüne geldi.
Uyuyamadım günlerce. Sonunda o resimlerini aldım kullanmadığım odamdaki halının
altına sakladım.
Ama kendimden saklayamadım bir türlü. Ne zaman evin
kapısının anahtarını çevirsem aklıma ilk o halı ve altındaki resimler
geliyordu.
En sonunda arkadaşıma verdim. Saklamasını istedim ve ben
unutursam tekrar istemezsem yakmasını, yok etmesini de istedim.
Şimdi aradan yıllar geçtiğinde, ben psikolog desteğiyle
kendime geldiğimde o resimleri istesem mi istemesem mi hala düşünüyorum.
Sanki o resimler beni tekrar bir hapishaneye sokacak
gardiyanlarmış gibi hayatımın tepesinde dikiliyorlar.
Senden sonraki koca bir yılımı yaşayamadım. Hiç içmeden
sarhoş olan bir ayyaş gibi dolaştım durdum insanlar arasında.
İyi ki yeni işim oldu. Tüm aklımı, tüm kalbimi vererek
çalıştım. Durmadan çalıştım. Belki de beni iyileştiren bu oldu.
Gerçi iyileştim mi, hayır! Hala, içimde kocaman bir ırmak
akıyor durmadan.
Acılar ırmağı.
Seninle yaşayamadığım bir ömrün acıları dolanıp duruyor her
gün içimde.
Ben ne kadar unutsam da, unutmak bir yalanmış, en çok
kendimizin inandığı!
Adem Özbay
0 yorum:
Yorum Gönder
Sensiz kelimelerin sesi olduğun için teşekkürler...