“Beni bu dünyaya annem getirmedi, ben yıldızlardan düştüm.” Her gece Ahatlı tepenin eteklerine sırtımı toprağa dayayıp yıldızları gözlediğimde hep bu hisse kapılırdım. Gözlerimi kapattıp elimi uzattığımda yıldızlara avucumu değdirdiğimi hissederdim. Gökyüzünün ta tepesinde olmalarına rağmen avuç içim sıcacık olurdu, oysaki yükseklere çıkıldıkça sıcaklık azalırdı, bilirdim.
Sonra biraz daha büyümüştüm, başka gezegenden gelen süper kahramanın hikâyesini duyunca artık iyice kendimi bir süper kahraman bellemiştim. Kim dara düşerse koşup kurtaran, kim üzüldüyse gidip güldüren bir kahramandım artık. bizim kuşağın en büyük kahramanı Malkoçoğlu gibi atıma atlayıp giderdim rüyalarımda, herkesi kurtarırdım. Sonra büyümeye devam ettim, gezegenlerde yıldızlarda hayat olmadığını öğrence, beyaz yeleli atımı dörtnala sürsemde kurtarılmayı bekleyenlerin hepsini kurtaramayacağımı öğrendim.
İşte o günlerde.. Gelip yakama yapıştı bu amansız yalnızlık. Ne kadar silkelensem ne kadar başka ellerden medette umsam yakamı kurtaramadım bir türlü. Öğrenilen rakamlar, harfler, kelimeler hiçbirisi eşlik etmedi bana, hepsi kalbimi teğet geçip gittiler. Tıpkı sevdiğim kadınlar, dost olduğum erkekler gibi. Ne kadar çok sevsem ne kadar çok arkadaşlık etsem kalbimin orta yerinde saplı kalan bu hançeri bir milim bile oynatamadım yerinden. Ne kadar kalabalık olursak o kadar yalnız kalacağımızı söyleyen beylik laflara gülüp geçerken sonra bu sözün altında o kadar çok ezildim ki, senin kadar bu sözünde âhını aldığıma inandım. Âh almaktan çok korkan annemin durumuna şimdi nasıl hak veriyorum bir bilseniz. Sırf kimsenin hakkı geçmesin diye pekmez yapılan, köyün ortak armudunu toplamaya olgunlaşmasının en son günlerinde giderdi. Tabiî ki çürümeye ramak kalmış, kimsenin dönüp yüzüne bakmadığı son kalan armutları alır gelirdi. Sanki bende annemden miras kalmış gibi kimsenin hakkı geçmesin diye Yaratıcının ortada bıraktığı insanlarla karşılaştım hep. Niyetim pekmez gibi tatlı tatlı yaşamak olsada, insanın sona kalanından pek hayır gelmeyeceğini anlamam çok uzun sürdü.
Şimdi tüm bunları neden mi anlattım diyorsun. Bir erguvan mevsiminin günbatımında parkın orta yerindeki bankın köşesine iliştirmişken kendimi yanı başıma bir yıldız düşüverdi. Bir bakışta anladım, o da kesin yıldızlardan düşmüştü. Belki, “Hani yıldızlarda yaşam yoktu, öğrenmiştin” diyeceksin. Öylede, bir tanesinde hayatın olmadığını hangi birimiz bilebilir. Sözü uzatmaya ne hacet, o gün bu gündür aklımdan hiç çıkmayan, peşimi hiç bırakmayan yakama yapışmış bu yapayalnız kalmışlığımı birisine kiralamak... Evet evet birine kiralamalıyım. “Olur mu öyle şey herkesin yalnızlığı kendisine.” dediğinizi duyar gibiyim. Lakin ben bu yalnızlığımı birisine kiralamayı beceremesem o yıldızı da katamayacağım kendime, iki olamayacağım birin esaretinden kurtulup.
Bakın hem benim yalnızlığım herkesinkine benzemez, az kullanılmıştır, temiz kullanılmıştır, ruhunda bir asil güzellik vardır. Benim diye söylemiyorum üzmez, kırmaz, dağıtmaz ortalığı. Eğer kirası ne diye soracak olursanız, bir simit verin kâfidir. Biz onu yıldızımla bölüşüp martılara atarız ilk buluşmamızda. Lakin kiralık başlayıp sonra üzerimize tamamen geçiririz diye düşünmeyin, benim halim ne olacak belli değil hemde bakalım bu yıldız buralarda kalıcımıdır…
Adem Özbay
0 yorum:
Yorum Gönder
Sensiz kelimelerin sesi olduğun için teşekkürler...