Copyright © Sensiz Kelimeler Sözlüğü
Design by Dzignine

Hiç göndermeyeceğin mektuplar yazdın mı?

Hiç göndermeyeceğin mektuplar yazdın mı?
Varacağı bir yeri olmayan mektuplar. Adresini kaybetmiş, kaybolmuş, kimsesiz mektuplar.
Benim gibi.
Aşkın kaybolmuş bir mektubuyum ben. Adresini kalbinde kaybetmiş.
Böyle olacağı ne kadar da belliydi değil mi?
Küçücük bir çocukken;
Baharın ilk zamanları dağlarda papatyalar açardı. Uyanır uyanmaz koşarak giderdim onların yanına.  Annem arkamdan bağırırdı:
-“Kızım aç aç çıkma dışarı, kahvaltını yap!”
Kim dinlerdi ki, papatyaların ruhumu çağıran emirlerine karşı annemin bağrışlarını.
Bir solukta kendimi papatya bahçesinde bulurdum. Atardım hemen kendimi üzerlerine doğru. Gözlerimi kapatırdım. Bir süre sonra arıların vızıltılarını, böceklerin seslerini, rüzgârın hışırtısını duymaya başlardım. Öyle bir an gelirdi ki papatyalar kulağıma şarkılar fısıldıyor sanırdım.
Şimdi gözlerimi kapattığımda korkunç bir uğultudan başka bir ses gelmiyor kulaklarıma.
Dünya uğulduyor.
Kalbim uğulduyor.
Ne varsa etrafımda bir kaosun habercileri gibi durmadan karmaşa taşıyorlar beynimin kıvrımlarına. Beynim en ufak bir güzelliği hayal etmekten bile aciz. Hayal kurmanın tadını kaybetmiş bir çocuk gibi, ne düşlesem dedemin tatsız tuzsuz yemeği değiyor ruhumun açlığına.
Küçücük bir çocukken papatyaların konuşmayacağını biliyordum. Sadece bizim lisanımızda ama. Onların kendi aralarında konuştuklarını biliyordum. Hep çabaladım onların söyleşilerine ortak olabilmek için. Büyüdüğümde de inandım onların konuştuklarına. Bir kalp taşıdıklarına.
Şimdi de benim için en güzel çiçekler papatyalar hala. Onlara saygı duyuyorum. Onları seviyor sevmiyor testinin kobayları olarak görmedim hiç. Hep üzerinde düşler kurduğum ve kulağıma şarkılar fısıldayan arkadaşlarımdı onlar benim.
Onlarla birlikte kendimi de kaybettim.
Hiç kendini kaybettin mi sen?
Sokağın başında durup gidebilecek tek bir yön varken şaşkınlıktan yön arayıp durdun mu? Gözünde gözlüğü varken dakikalarca gözlüğünü aramak gibi. Kaç kere kalakaldım o yollarda bilemezsin. Bir keresinde bindiğim Karaköy vapurunda herkes inmiş, vapur bakım merkezine gelmiş işçiler beni bulduklarında kendimi kaybetmişçesine oturuyordum. Şaşkın şaşkın bakışan işçiler benim halime acıyıp bir tekne ayarlayıp bırakmışlardı kıyıya. Ondan sonra vapurlara bindiğimde hiç oturmadım. Boş koltuklar varken bile, tekrar kendimi vapurda unutacağım korkusu ile oturmadım, çıkış kapısına yakın bir yerde ayakta bekledim hep. Nasıl olsa çıkış zamanı deli gibi kapıya saldıran insanların çarpmaları ile bende kendimi dışarda bulacaktım.
Evin durağını kaçırıp hep bir sonraki durakta inerdim bazen iki durak sonra. Hep yemeğe geç kalırdım, arkadaşlarla da buluşmalarıma. En sonunda benim için bir espri buldular kendi aralarında.
“Sen kaybolduğunda nereye bakacağımızı biliyoruz. İEET’nin unutulmuş eşyalar müzayedesine.”
İnsanı sevdiği unutursa onun değeri ne kalır ki müzayedeye girsin. Sevmeyi kaybetmişse ‘hiç’ bile olamayacak bir değeri olur sevenin. Hiç en azından sıfırla arkadaştır, dosttur. Bense ne varlıkta ne yoklukta ne pahada kendime bir değer biçemiyorum artık. Arkadaşım, sırdaşım, dostum yok.
Aslına bakarsan o kadar yokluktayım ki, ‘yok’um bile yok.


Adem Özbay

0 yorum:

Yorum Gönder

Sensiz kelimelerin sesi olduğun için teşekkürler...