Benden iyi bir deneme yazarı olmaz. Zira bana denemeyi öğreten öğretmenim hep şunu söylerdi: “Deneme dediğin bir konuya ait bir görüşün anlatıldığı bir edebi metin türüdür.” İşte ben bunu öğrendiğim günden beri deneme yazmak için uğraşırım da bir türlü yazamam.
Diyeceksiniz ki şimdi, “Al kalemi elin...e ‘şöyledir, böyledir’ diyerek bir konu hakkında yaz gitsin, ne olacak.” diyebilirsiniz. Ah keşke o kadar kolay olsa sevgili dostlar. Neyse konuyu fazla uzatmayayım da meseleye geleyim.
Benden iyi bir deneme yazarı olmaz. Çünkü ben farz edelim ki “ağaç” üzerine bir deneme yazacağım. “Ağacın faydalarından, tabiattaki denge unsurundan, fotosentez yapmasından falan bahsedersin olur biter.” der dediğinizi duyar gibi oluyorum. İşte sorun burada sevgili dostlar.
Ben şimdi bir ağaç desem konu gider o ağacın eteği altında meleşen koyunlara, o koyunlara içli sesiyle türküler söyleyen çobanlara. Daha da ötesi; o ağacın altında birbirlerine serenatlar yapmış sevenlerin kavuşurlarsa attıkları sevinç çığlıklarına, ayrı düşerlerse içli ağıtlarına giderde gider. Hele ben o ağaçların üzerine ergen coşkularıyla çoğu kez elini parmaklarını yaralamak pahasına kazıdıkları baş harflerinin alfabesini yazmaya başlasam size, emin olun ortada ne deneme kalır ne cümleler durur.
O alfabe sessiz kelimeler sözlüğünden çıkan harflerle kurulmuştur. En çok kalpler bilir o alfabeyi, dudaklar değil gözler söyler, sevenlerin gönül defterine yazılır, sevenlerin aşk gözlüğüyle okunur. Öyle bir alfabedir ki bazen milyonlarca harfinden bir kelime oluşmaz, bazen ortada hiç harf yokken binler kelimeler dökülür, roman olur, cilt cilt konuşur sevenler kendi aralarında.
Hadi kendimi burada durdurdum diyeyim. İki üç cümle daha edip konuyu toplamaya koyulsam birden kalemim beni o ağaçların üzerindeki kuşlara götürür. Uçsuz bucaksız gökyüzünü mahallenin yaramaz çocukları gibi nasıl hallaç pamuğu gibi darmadağın ettiklerini anlatmaya başlarım. Bir kartalın asi duruşunda Kudüs’teki bir çocuğun taş atan ellerinde yanan özgürlük ateşini görürüm. Ürkekliğiyle pencerelerimize misafir olan o bembeyaz güvercinleri anlatmaya başlasam, çocukları için kalbi pır pır eden anneleri görürüm. Bağdat sokaklarında gözyaşlarıyla bir anne şefkati arayan çocukların şarkısına eşlik eder güvercin sedaları yazacağım tüm kelimelerde.
Hadi kendimi zorlasan burada da bitirmeye çalışsam daha bunun sincapları var, yaprakları var, çiçek kardeşleri, meşe amcaoğlu, çam teyzeoğlu var. Hele ben o toprakların altında uzayıp giden köklerinin bana söylediklerini anlatmaya başlasam valla billah ortada da deneme meneme kalmaz.
Uzun lafın kısası sevgili dostlar, sizinde anladığınız üzere benden iyi bir deneme yazarı olmaz. Ama ‘böylede güzel sevgili yazarım biz buna da razıyız’ derseniz benden yazması. Siz hakkınızı helal edin, benimki binler kez helali hoş olsun.
Adem Özbay
0 yorum:
Yorum Gönder
Sensiz kelimelerin sesi olduğun için teşekkürler...