Senin gelişinden bir sene sonra ajansta patronla aramızda yavaş yavaş
sıkıntılar yaşamaya başlamıştık. En büyük sorunumuz yenilikçi ve farklı
yaklaşımlarımıza her zaman takoz koymasıydı. Bir reklamcılık dergisi
hazırlamaya başlamıştık ama kısa sürede para getirmiyor bahanesi ile
kapatılmıştı. Oysaki hem reklamcılık hem de iş dünyasının duayenlerine
çok kolay ulaşabiliyorduk dergi sayesinde. İşyerindeki ödüllendirme
sistemimize ise devamlı müdahale ediyordu. Biz 250 bin dolarlık bir işin
sonunda toplam 1000 dolarlık bir ödül dağıtırken o bunu 500 dolara
indirmemizi istemişti. Oysaki 250 binden tüm masrafları çıkarttığımızda
şirkete net kalan rakam 50 bin dolardan fazlaydı.
Patronla çekişmelerimiz sürerken Hamdi bir gün “Abi gel sana bir yemek ısmarlayayım.” diyerek Tepeüstü’ndeki meşhur Lider Pide’ye götürmüştü. Karadenizlilik damarımızdan mıdır nedir pideye özellikle Bafra pidesine asla hayır demem mümkün değildi. Hamdi ile bir taraftan pideleri yemiş bir taraftan önemli kararlar aldığımız bir toplantı yapmıştık:
“Abi sen buraya fazlasın, yine geldi bizimki bana ‘Yemek paralarını kıs.’ dedi. Adama milyonlar kazandırıyoruz, kuruşların hesabını yapıyor. Benim işyerim olacak senin gibi çalışanım olacak valla en kral muameleyi yaparım.”
“Hamdiciğim bu da başta öyleydi, ama ilişkiler zamanla yıpranıyor. İş ilişkisi de bir nevi evlilik gibi. Zamanla ilk baştaki heyecanını ve özenini kaybediyor.”
“Abi benim bir düşüncem var. Eğer hayata geçirebilirsek hiçbir zaman böyle olmayacak. Sonuna kadar ilk başladığımız gibi devam edecek.”
“Hayrola nedir düşüncen?”
“Abi seni hep izliyorum, toplantılarda her zaman değişik ve orijinal fikirler sunuyorsun. Çoğunu hayata geçiremiyoruz. Sen bu işi biliyorsun, ekonomik kısmını da bana bırak. Süper bir ajans yaparız senle. Piyasayı da sallarız valla.”
“Hamdiciğim o kadar kolay değil. Pasta ajanslar tarafından paylaşılmış. Her taraf kurt dolu, kolay kolay yer edinemeyiz.”
“Abi biliyorum bunları ama sıkı bir çalışmayla 6 ayda iyi bir yere geliriz.”
“İyi de 6 aylık giderleri ne yapacağız? Kira, ofis, bilgisayarlar, eleman derken nerden baksan 100 bin dolardan fazla gider.”
“Merak etme abi ben onların hepsini düşündüm. Şu anki müşterilerimizden 4-5 tanesi bizimle çalışmayı kabul ediyor. Yani ben ağızlarını yokladım. Onlar sen nerde olursan orada olacaklarını söylüyorlar.”
“Bak dostum benim prensibimdir. Ayrıldığım yerden asla eleman ve müşteri götürmem. Gelecek olsa bile kabul etmem. Beraber iş yapacaksak ilk şartım budur.”
“Tamam abi sorun değil. Her şekilde çözeriz bunu. Benim biraz birikmişim var zaten, ayrıca şimdi bitmek üzere olan bir dubleks evimde var. Onu da satarsam fazla fazla sermaye olur.”
“Senin olur da benim olmaz dostum. Biliyorsun para biriktirmesini beceremem. Bir arabamdan başka dünyada dikili ağacım yok.”
“Abi sen paranla değil aklınla ortaksın. Tüm para sermayesi benden olacak. Müşteri takibini de ben yapacağım. Yeter ki sen ofisi ve elemanları ayarla.”
Pidecide yaptığımız bu görüşme kafamdaki ayrılık fikrini iyice ateşlemişti. Hamdi kesinlikle güvenebileceğim biriydi. 2-3 toplantı daha yapıp çoğu detaylarımızı netleştirmiştik. Hamdi’nin tekstilci tanıdıklarının çok olması nedeniyle oradaki iş potansiyelini değerlendirebiliriz diye ofisi Osmanbey’e açmaya karar vermiştik. Art direktör olarak part time iş verdiğimiz Göksel ile çalışacaktık. Ofiste hem bizim işlerimizi yapacak hem de kendi işlerini yapacaktı. Bu da yarı fiyatına çalışacağı anlamına geliyordu.
İşin en kötü yanı da bizim giderken seni yanımızda götüremeyecek olmamızdı. İkimizin birden ayrılması ajansın işlerine çok kötü bir darbe vururdu. Ayrıca ben ayrıldığım işyerinden eleman götürmeme ilkeme şimdi de sadık kalacaktım. O eleman sevdiğim kadın bile olsa.
Patronla konuşup fazla limoni olmadan ayrılmıştık. Hamdi tüm işleri devredeceği bir stajyer yetiştirmişti kendine. Benim işler içinde sen vardın. Ajansı aldığımız noktanın en az 2-3 gömlek üstüne çıkararak ayrılmıştık. Sıra kendi işimize gelmişti.
Osmanbey’de bir finans kurumunun hemen üstünde açmıştık yeni ajansımızı. En azından banka işlerimiz için fazla yürümek zorunda kalmayacaktık. Hamdi ilk önce ufak tefek işler getirmeye başlamıştı. Eski ajansın müşterilerinden iş almamıştık ama oradaki bir müşterimin yeni kurduğu teknoloji şirketinin işini mecburen almak zorunda kalmıştık. Zira adam biz işi almazsak eski ajanstan da ayrılacağını söyleyerek tatlı sert bize şantaj yapmıştı.
Her ne kadar işten ayrılmasan da sana ihtiyacımız olmaya başlamıştı. Her akşam oradaki mesaini bitirip koşa koşa Osmanbey’e gelirdin. Hafta sonları ise mecburen full-time çalışmaya başlamıştık. 6 ay hesaplamıştık ama 3. ayın sonunda başa baş noktasına gelmiştik. Hamdi de kendisinden beklemediğim bir gayretle tüm işlere hakim olmuştu. Üstüne üstük ‘ReklamLife’ adıyla bir de dergi çıkarmaya başlamıştık. İlk sayısında Cem Yılmaz, Nazif Zorlu, Kadir Topbaş gibi isimlerle çıkınca birden prestijli bir yayın haline gelmiştik.
İşler iyice rayına girince hiç beklemediğimiz şekilde sen ajansa dahil oluvermiştin. Bir toplantıda bizim eski patronla kapışmış sonrada toplantıyı ve şirketi terk etmiştin, senin gibi her konuda uysal ve uzlaşmacı olan birisinden kimsenin böyle bir tavrı hiç beklemediğine eminim. Gerçi ben de en sonunda o haşin yüzünü ve acımazlığını görecektim. Asi bir ruhun dünyayı Ziyad’ın gemileri yakması gibi yaktığına şahit olacaktım.
Ajansta beraber yaptığımız ilk iş o kadar büyük bir sükse yapmıştı ki turnayı gözünden vurmuştuk. İlk başta iş bize geldiğinde o kadar küçümsemiştik ki, basit bir sakız reklamıydı neticede. Ama köylü kızlarını kullanarak sakız reklamlarında yeni bir dönem başlatmıştık. Bana göre en çok sakızı Anadolu insanları çiğniyordu. Şehirli insanlar özellikle de beyaz yakalılar için sakız çiğnemek köylüce bir işti. O yüzden kozumuzu direkt Anadolu insanına oynamalıydık.
Bunu zar zor kabul ettirdiğimiz sakız firması reklam çok konuşulunca ve diğer firmalarda benzer reklamlar çekmeye başlayınca bütçeyi % 150 oranında artırmıştı. Bir anda şirkete giren bu kadar sıcak para hem tüm borçlarımızı kapatmış hem de Hamdi’nin iştahını kabartmıştı. Artık daha çok çalışıyor daha çok proje üretiyorduk. Yılsonu gelmeden adımızı duymayan firma kalmamıştı. Reklam dergimiz de gayet güzel gidiyordu. Ama hayatın klasik kanunları burada da işleyecek ve yaşamın güzel gidenleri eninde sonunda kötü gitmeye başlayacaktı.
Henüz ilişkimiz tek kelime ile harika giderken sevdiğimiz bir oyun başlatmıştık aramızda. Üzerinde çalıştığımız reklamlar, seyrettiğimiz bir film, okuduğumuz kitaplar ya da ortak paylaşım alanımıza girenler üzerine birbirimize post-it ile notlar bırakıyorduk. Tabii ki bunlar klasik şunu al, şunu yap şeklindeki notlar değildi. İki reklamcının; bazen esprili bazense hüzne göz kırpan notlarıydı. Çoğunlukla işyerimizdeki masalarımın hemen arkasında duvarda duran not tahtasına yapıştırdığımız bu post-itler zamanla yastığımızın üzerine, yemek masasındaki kaşığın içine, pantolonun ceketin cebine falan koymaya başlamıştık.
Sen gittikten bir süre sonra yüzlercesinden elimde kalan 40-50 tane post iti önüme koyup birlikteliğimizin özeti olan bu hatıraların ve şahitlerin eşliğinde ikimize dair bir tur yapmıştım. Ölüm anında insanın tüm hayatının gözlerinin önünden geçmesi gibi bunlar da benim kalbimin önünden geçmişti ve içerimde bir sızı bir hasret bir özlem yaratmıştı.
Adem Özbay
Patronla çekişmelerimiz sürerken Hamdi bir gün “Abi gel sana bir yemek ısmarlayayım.” diyerek Tepeüstü’ndeki meşhur Lider Pide’ye götürmüştü. Karadenizlilik damarımızdan mıdır nedir pideye özellikle Bafra pidesine asla hayır demem mümkün değildi. Hamdi ile bir taraftan pideleri yemiş bir taraftan önemli kararlar aldığımız bir toplantı yapmıştık:
“Abi sen buraya fazlasın, yine geldi bizimki bana ‘Yemek paralarını kıs.’ dedi. Adama milyonlar kazandırıyoruz, kuruşların hesabını yapıyor. Benim işyerim olacak senin gibi çalışanım olacak valla en kral muameleyi yaparım.”
“Hamdiciğim bu da başta öyleydi, ama ilişkiler zamanla yıpranıyor. İş ilişkisi de bir nevi evlilik gibi. Zamanla ilk baştaki heyecanını ve özenini kaybediyor.”
“Abi benim bir düşüncem var. Eğer hayata geçirebilirsek hiçbir zaman böyle olmayacak. Sonuna kadar ilk başladığımız gibi devam edecek.”
“Hayrola nedir düşüncen?”
“Abi seni hep izliyorum, toplantılarda her zaman değişik ve orijinal fikirler sunuyorsun. Çoğunu hayata geçiremiyoruz. Sen bu işi biliyorsun, ekonomik kısmını da bana bırak. Süper bir ajans yaparız senle. Piyasayı da sallarız valla.”
“Hamdiciğim o kadar kolay değil. Pasta ajanslar tarafından paylaşılmış. Her taraf kurt dolu, kolay kolay yer edinemeyiz.”
“Abi biliyorum bunları ama sıkı bir çalışmayla 6 ayda iyi bir yere geliriz.”
“İyi de 6 aylık giderleri ne yapacağız? Kira, ofis, bilgisayarlar, eleman derken nerden baksan 100 bin dolardan fazla gider.”
“Merak etme abi ben onların hepsini düşündüm. Şu anki müşterilerimizden 4-5 tanesi bizimle çalışmayı kabul ediyor. Yani ben ağızlarını yokladım. Onlar sen nerde olursan orada olacaklarını söylüyorlar.”
“Bak dostum benim prensibimdir. Ayrıldığım yerden asla eleman ve müşteri götürmem. Gelecek olsa bile kabul etmem. Beraber iş yapacaksak ilk şartım budur.”
“Tamam abi sorun değil. Her şekilde çözeriz bunu. Benim biraz birikmişim var zaten, ayrıca şimdi bitmek üzere olan bir dubleks evimde var. Onu da satarsam fazla fazla sermaye olur.”
“Senin olur da benim olmaz dostum. Biliyorsun para biriktirmesini beceremem. Bir arabamdan başka dünyada dikili ağacım yok.”
“Abi sen paranla değil aklınla ortaksın. Tüm para sermayesi benden olacak. Müşteri takibini de ben yapacağım. Yeter ki sen ofisi ve elemanları ayarla.”
Pidecide yaptığımız bu görüşme kafamdaki ayrılık fikrini iyice ateşlemişti. Hamdi kesinlikle güvenebileceğim biriydi. 2-3 toplantı daha yapıp çoğu detaylarımızı netleştirmiştik. Hamdi’nin tekstilci tanıdıklarının çok olması nedeniyle oradaki iş potansiyelini değerlendirebiliriz diye ofisi Osmanbey’e açmaya karar vermiştik. Art direktör olarak part time iş verdiğimiz Göksel ile çalışacaktık. Ofiste hem bizim işlerimizi yapacak hem de kendi işlerini yapacaktı. Bu da yarı fiyatına çalışacağı anlamına geliyordu.
İşin en kötü yanı da bizim giderken seni yanımızda götüremeyecek olmamızdı. İkimizin birden ayrılması ajansın işlerine çok kötü bir darbe vururdu. Ayrıca ben ayrıldığım işyerinden eleman götürmeme ilkeme şimdi de sadık kalacaktım. O eleman sevdiğim kadın bile olsa.
Patronla konuşup fazla limoni olmadan ayrılmıştık. Hamdi tüm işleri devredeceği bir stajyer yetiştirmişti kendine. Benim işler içinde sen vardın. Ajansı aldığımız noktanın en az 2-3 gömlek üstüne çıkararak ayrılmıştık. Sıra kendi işimize gelmişti.
Osmanbey’de bir finans kurumunun hemen üstünde açmıştık yeni ajansımızı. En azından banka işlerimiz için fazla yürümek zorunda kalmayacaktık. Hamdi ilk önce ufak tefek işler getirmeye başlamıştı. Eski ajansın müşterilerinden iş almamıştık ama oradaki bir müşterimin yeni kurduğu teknoloji şirketinin işini mecburen almak zorunda kalmıştık. Zira adam biz işi almazsak eski ajanstan da ayrılacağını söyleyerek tatlı sert bize şantaj yapmıştı.
Her ne kadar işten ayrılmasan da sana ihtiyacımız olmaya başlamıştı. Her akşam oradaki mesaini bitirip koşa koşa Osmanbey’e gelirdin. Hafta sonları ise mecburen full-time çalışmaya başlamıştık. 6 ay hesaplamıştık ama 3. ayın sonunda başa baş noktasına gelmiştik. Hamdi de kendisinden beklemediğim bir gayretle tüm işlere hakim olmuştu. Üstüne üstük ‘ReklamLife’ adıyla bir de dergi çıkarmaya başlamıştık. İlk sayısında Cem Yılmaz, Nazif Zorlu, Kadir Topbaş gibi isimlerle çıkınca birden prestijli bir yayın haline gelmiştik.
İşler iyice rayına girince hiç beklemediğimiz şekilde sen ajansa dahil oluvermiştin. Bir toplantıda bizim eski patronla kapışmış sonrada toplantıyı ve şirketi terk etmiştin, senin gibi her konuda uysal ve uzlaşmacı olan birisinden kimsenin böyle bir tavrı hiç beklemediğine eminim. Gerçi ben de en sonunda o haşin yüzünü ve acımazlığını görecektim. Asi bir ruhun dünyayı Ziyad’ın gemileri yakması gibi yaktığına şahit olacaktım.
Ajansta beraber yaptığımız ilk iş o kadar büyük bir sükse yapmıştı ki turnayı gözünden vurmuştuk. İlk başta iş bize geldiğinde o kadar küçümsemiştik ki, basit bir sakız reklamıydı neticede. Ama köylü kızlarını kullanarak sakız reklamlarında yeni bir dönem başlatmıştık. Bana göre en çok sakızı Anadolu insanları çiğniyordu. Şehirli insanlar özellikle de beyaz yakalılar için sakız çiğnemek köylüce bir işti. O yüzden kozumuzu direkt Anadolu insanına oynamalıydık.
Bunu zar zor kabul ettirdiğimiz sakız firması reklam çok konuşulunca ve diğer firmalarda benzer reklamlar çekmeye başlayınca bütçeyi % 150 oranında artırmıştı. Bir anda şirkete giren bu kadar sıcak para hem tüm borçlarımızı kapatmış hem de Hamdi’nin iştahını kabartmıştı. Artık daha çok çalışıyor daha çok proje üretiyorduk. Yılsonu gelmeden adımızı duymayan firma kalmamıştı. Reklam dergimiz de gayet güzel gidiyordu. Ama hayatın klasik kanunları burada da işleyecek ve yaşamın güzel gidenleri eninde sonunda kötü gitmeye başlayacaktı.
Henüz ilişkimiz tek kelime ile harika giderken sevdiğimiz bir oyun başlatmıştık aramızda. Üzerinde çalıştığımız reklamlar, seyrettiğimiz bir film, okuduğumuz kitaplar ya da ortak paylaşım alanımıza girenler üzerine birbirimize post-it ile notlar bırakıyorduk. Tabii ki bunlar klasik şunu al, şunu yap şeklindeki notlar değildi. İki reklamcının; bazen esprili bazense hüzne göz kırpan notlarıydı. Çoğunlukla işyerimizdeki masalarımın hemen arkasında duvarda duran not tahtasına yapıştırdığımız bu post-itler zamanla yastığımızın üzerine, yemek masasındaki kaşığın içine, pantolonun ceketin cebine falan koymaya başlamıştık.
Sen gittikten bir süre sonra yüzlercesinden elimde kalan 40-50 tane post iti önüme koyup birlikteliğimizin özeti olan bu hatıraların ve şahitlerin eşliğinde ikimize dair bir tur yapmıştım. Ölüm anında insanın tüm hayatının gözlerinin önünden geçmesi gibi bunlar da benim kalbimin önünden geçmişti ve içerimde bir sızı bir hasret bir özlem yaratmıştı.
Adem Özbay
0 yorum:
Yorum Gönder
Sensiz kelimelerin sesi olduğun için teşekkürler...