kız nefesin gül
kokuyor / içerin bahçe midir
Birin; bir görünüp,
bir kaybolduğu masalda vurulmuştum ilkin sana. Bir türlü, pirelerin
berberliğine aklım ermese de, seni pencerenin kenarında bir görenin bir daha
iflah olmamasını pekala anlayabilmiştim. Ne rüzgârın şarkılar mırıldanması
dağlara, ne kırlarda dolaşmana çiçeklerin usulcacık başlarını kaldırıp eşlik
etmesi, şaşırtmamıştı beni. Ama derelerin şarıldarken uyanmasını, dolunayın
gökyüzünü arşınlarken başının dönmesini garipserdim. Çünkü inanırdım ki, senin
olduğun yerlerde tersine akardı zaman ve güzellikler utanıp saklarlardı
kendini...
Ve masal döner dolaşır, sende biterdi. Bir kral gibi umutlar bağışlardın bana. Ülkende yetimliliğimi unuturdum. Yalnızlığından ışıklar saçılacak diye beklerdim. Aydınlığın aydınlığım olacak...
Ve masal döner dolaşır, sende biterdi. Bir kral gibi umutlar bağışlardın bana. Ülkende yetimliliğimi unuturdum. Yalnızlığından ışıklar saçılacak diye beklerdim. Aydınlığın aydınlığım olacak...
Hem sımsıcak çöl
gecelerini getireceğini ümit ederdim o zaman. Ellerime sığmaz olurdu
gülüşlerin. Kaçıracağımı zanneder, sımsıkı tutardım kirpiklerimi. Öylesine
asılı kalırdın gözbebeklerimde. Ne zaman kanatlanmaya niyetlensen sitemlerin
seni çekerdi gerisin geriye. Hep ülkemizin çiçek tayflarından bir demet
gönderirdik gökkuşağına. Kimse bilmezdi bizim rengimizin rengini. Kimse de
dilek tutamazdı gökkuşağımızın altında. Ne de güzel koşardık gönül fezamızda...
El ele tutuşunca
bozguna uğramış güzlere hayat verirdik. Tüm kırlangıçlara güller dererdik
onlardan. Sonra yağmura uzanırdık. Serinliğinden ulufeler dağıtırdık aşıklara.
Öylesine cömerttik. Öylesine mesut. Hayatı seviyorduk. Seni bilmem ama ben,
sana alıştığımdan umutluydum hayata karşı. Çünkü karşılıksız gülmeyi
öğretmiştin bana. Ve kimse senin kadar güzel gülmüyordu. Kimse senin kadar
güzel değildi de. Tüm bunların muhasebesini yapmak düşmüştü bir gün aklıma.
Sensizliğe söylenmek zamanı geldi diye düşünmüştüm. Suçumun büyüklüğü karşısında
eşiğinden boynum bükük dönmeliydim. Yollar bilinmezlere kadar uzamalıydı.
Vardığım yer döneceğim yere çok uzak olmamalıydı. Baştan aşağı sen olmalıydı
çiçekler...
Sözcüklerin
arasından sana sunulmaya layık, bir şeylerin peşindeyken efil efil dolmuştun
odama. Şaşkın siluetime haykırıvermiştin. Benim aşkım kifayet etmiyordu
dindirmeye hüznünü. Hazırlık peşindeydin. Gülümsemekten korkuyordun. Sen
olmamdan, senle olmamdan korkuyordun. Kopmalı ve yalnızlığına beni ortak
etmemeliydin. Hastalığın gün be gün ilerliyordu. Can alıcını bensiz karşılamanı
anlayamamışım ilkin. Anlamsız bir sürü şey dolmuştu kafama. İlk ağlamam o
günlere rastlamıştı. Aslında sana dökmüştüm gözyaşlarımı. Teselli aramıştım
resimlerinde. Anlamsız bakar gibiydin. Bakışlarının derinlerinde dalgalar
koşuyordu bana. Denizlerin ve hüznümüzün maviliğini taşıyor gibiydiler. O zaman
gökyüzünden avuçlarımla yıldız toplar, sana büyüyen başaklara serperdim.
Aldırmamış, gitmiştin...
- Gelmemeliydin.
- Benimle konuşmayı
denesen ne kaybedersin?
- Lütfen, bir daha
gelme.
- Hayır, her gün
geleceğim. Her saat geleceğim. Gerekirse burada
sabahlayacağım.
- Zil çalıyor,
deyip arkanı dönerek giderdin. Bu gidişinin bir sonu olacağını hiç
düşünmemiştim. Çocuk kreşinde öğretmenlik yapmanı çok garipsemiştim. Benden
kaçmana bir bahane gibiydi. Senin çok aylarında mutlu kılanlar onlardı demek.
Büşra'yı ne kadar da özledim.
Onu parka götürme
bahanesiyle ne güzel kaytarırdık evden. Ne çok oyuncağı vardı. Senin kadar
vardı en azından. Bize çay doldurmasını hatırlıyor musun? Dökmemek için
çabalamasını. Bir çukulatalaya ne kadar sevinir, ne kadar çok öperdi bizi. Beni
özlemiştir muhakkak.
Karanfilimizi özlemiştir.
Keşke denize götürseler, bizi arasa kumsallarda. Minik elleriyle kumdan ev
yapsa bize. Beş odalı olsa. Kocaman bir çocuk odası olsa. Sen yemek yapsan, ben
kitap okusam salonda...
Hayata uzaktan
gülümsemeyi seviyordum senle. Yaşamak ne saçlarımı okşuyor, ne de uzağına
atıyordu beni. Alışmak zannettiğimin aksine kolay oldu yokluğuna. Halimi ortak
ettiğim mısralarım oldu. Ne şikayetçiydim, ne kabullenmiştim uzaklığını.
Tabutunu yüklendiğimde kuşlar susmuştu, incecik gözyaşları döküp beni
tesellideydiler.
Mezarına bir gül'le
yatırmıştım seni. Öylece kalakalmıştım başucunda. Dostlarımdan kimse yoktu.
Aslında bir dostun omzunda gözyaşlanmayı istemiştim. İstemezdin. Hakkım yoktu
seni üzmeye. Seni o çok sevdiğimiz Allahımıza emanet edip gerisin geriye döndüm
oradan. Zavallı yüreğim böyle bir yıkıma nasıl dayandı, bilemiyorum. Tek
hatırladığım, kaç gündür aç olduğum. Sensiz dokunuyor yiyecekler bana. Vücudum
isyanında haklı, senle beslenirdim, biliyorsun...
Büşra geldi dün.
Bizi beklediğini söyledi. İnanamadım. Koştum... Koştum... Uçarcasına aştım
mesafeleri. Boynu bükük kalmıştın. Ne gülün ne oyuncakların vardı. Büşra
oyuncaklar getirmişti sana. Ben karanfil. Şiir okuduk, hayaller kurduk. Geri
dönmüştün, kırlarda koşuyorduk... Karanlıktan korkmaman için yanında kaldım çok
geceler...
Sabahlar ne geç
oluyor senin orada.
Uzun günlerim oldu
senden sonra. Çok uzun. Ve artık zaman yılları geçilir kıldı yanımda. Senden
kalanlarla avunmayı...
- Onu unutmamak ne
kadar güç değil mi?
- Zor olan
suskunluğunu hayal etmek. Gülememesini. Çok dokunuyor bana, çok dokunuyor. Bir
elmayı ısırıp ısırıp yiyememesi. Veya portakalı elma gibi yiyememesi...
- Ama, bu kadar
üzülmene yüreği dayanmazdı.
- Bilemiyorum. Ama
çiçeklerin onsuz, arılara kendilerini sunması bile bana acı veriyor. Turnaların
dolaşması gökyüzünde, ürkütüyor beni. Güneşin neşesi üzüyor beni. Böylesine
yalnızlığım esiriyim. Karadeliklerin içinde sarhoşlar gibi dört bir yana
toslamaktayım. Ellerim dualarımdan hep yalnızlık devşiriyor. Bir sen varsın
işte. Bir sen...
- Ablamın seninle
bir ömür yaşamasını ne kadarda isterdim. Ne mutlu olurdunuz. Çocuklarınız ne
güzel olurdu. Belki de ablam kadar güzel gülerdi biri.
- Evet. Hadi
dersine geç kalma sen.
- Peki, benden
istediğin bir şey var mı?
- Hep gülümse.
- Tamam abi. Peki
ama sen de birazcık gülersen...
Büşra'ya karşı
gelmek imkansızdı. Güler gibi yapardım. Yüz hatlarım ihanet endişesiyle gerilir
gerilir, küçük bir tebessüme müsaade ederlerdi. Benim için insanlığın katli
kadar büyük suçtu bu. Gerçi beni çaresiz bırakıp gitmemle tüm ihanetler masum
kalıyor gibiydi suçunun yanında. Ama sen kelimelere sığmayacak kadar
lügatlerden bağımsızdın benim için. İhanet kelimesi de, aşk kelimesi de
anlamını yitirmişti sende. Onun için fazla ziyankardım ve kelimelere hiç itimadım
yoktu.
Masal başlamış,
dağları aşıp yolunu tamamlamıştı. Çok uzaklardan bir şeyler ışıyor ve yüreğimi
sımsıcak kılıyordu. Öyle kahramanlar gibi olmak istemiyordum. Hele kötü
devlerden biri olmam seni üzerdi biliyorum. Şimdi, sonu hiçte merak edilmeyecek
bir macerada üç beş kelimeyle yaşıyorum. Ceylan, kül, kardelen, gül, kırlangıç.
Şimdi çok
uzaklardasın, çalıyor teybimde. Duvarlarda yaslanıp döktüğüm gözyaşlarım
ıslanıyor ellerimde. Mahsun kuşlar dolaşıyor, bir baştan bir başa eylül sarısı
göklerimde. Dilimde seni eritiyorum, ılık ılık akıyorsun kılcallarımdan
hücrelerime. Sonuna el salladığım, kenarı paslanmış bir anı gelip çarpıyor
gözlerime, seni kaybediyorum.
Gülkız.
Hiç kimseye
söylemedim. İlk sana söylüyorum.
Seni çok özledim.
Oysaki ben; birin,
bir görünüp bir kaybolduğu masalda vurulmuştum sana, ilkin...
Adem Özbay
ademozbaya@gmail.com
www.ademozbay.com
www.gencgelisim.com
0 yorum:
Yorum Gönder
Sensiz kelimelerin sesi olduğun için teşekkürler...