Yıllar
önce Okuma Günlüğü programına konuk aldığım Mustafa Kutlu’yla o günlerde yeni
çıkan Uzun Hikaye’yi uzun uzun konuşmuştuk. O latif anlatımıyla anlattıkça
filmin hikayesi kafamda canlanmış ve ‘Bundan ne güzel bir film olur.’ diye
düşünmüştüm.
O
zaman Mustafa abiyi dinledikçe benim Sosyalist Ali’m olan İsmail eniştem
canlanmıştı gözümde. Silahını temizlerken yanlışlıkla küçük kızını vuran, bu
yüzden uzun süre İstanbul’da hapishanelerde yatan İsmail eniştem, 12 Mart darbesinin
mağduru düşünce suçlularıyla paylaştığı koğuşundan, eşitlikten, adaletten
bahseden bir adam olarak geri dönmüştü köye. Bir taraftan eski mahkum
kontenjanından girdiği madende ter döken diğer tarafta köydeki ağalık düzenine baş kaldıran İsmail eniştem
malasef Bulgaryalı Ali gibi trene atlayıp bir başka diyara gitme şansına sahip
değildi.
Her
ne kadar aylık izninde Zonguldak’taki madenden köye gelmek için tren kullansa
da, onun tren macerası bu kadardı. Her gün ütülettiği beyaz gömleği, bol paçalı
pantalonu, düzgün taradığı kızıl saçları ile sanki köye Ankara’dan ziyarete
gelmiş mühim bir şahsiyet gibi dolaşırdı köy meydanında.
Ömrümde
ik defe Che’yi, Marx’ı, Nazım Hikmet’i ondan duymuştum. O hapishanede
dinlediklerinden kendine göre doğru olanları almış, bunları hiçbir zaman din
ile çatışan düşünceler olarak görmemişti. Her daim namazında niyazında olan
İsmail eniştem 40 yıldır muhtar olan Şahin ağaya birçok konuda kafa tutardı.
Özellikle kömür dağıtımı, mahsul paylaşımı, sınır belirleme gibi konularda
haksızlığa uğrayanlar hemen İsmail enişteme koşarlar, o da kendi hakkının
peşinden koşar gibi köydeki bu garibanların haklarını Şahin ağaya karşı
savunurdu.
Daha
sonra bir mesele jandarmaya intikal edince zaten adı “namazlı kömüniste” çıkmış
İsmail enişte apar topar karakola götürülür. Orada koruyup kolladığı köylü, 3-5
kuruş aldığı Şahin ağayı tutunca epey bir azar işitir, aşağılanır. İtilip
kakılmadan sonra da sabaha kadar küçücük bir hücreda ayakta bekler.
O
günden sonra İsmail eniştem kendi yalnızlık
trenine binip içindeki bir başka istasyona gidip orada yaşamaya başlar. Pek
ortalığa çıkmaz, kendi işine gücüne bakardı. Kısa bir süre sonra da traktörüyle
yaptığı bir kazada hayatını kaybetti.
Çok
büyük bir aşkla birbirlerini seven halam ve eniştemin ayrılıkları fazla uzun
sürmedi. Halam da kocasını kaybettikten sonra beyin kanaması geçirip vefat
etti. Mezarlarını ziyaret ettiğim bir yaz tatilinde tanımadığım biri yanıma
yaklaşıp ‘Dünyadan iyilerin erken gitmesine örnek mi istiyorsun, işte bu adam.’
dediğinde eniştemin bu dünyada yapacağını yaptığını anlamıştım.
Onun
hikayesinde önemli bir detay daha vardı. Hapishane günlerindeki, koğuşunda
çiçek büyütme, avluda kuş besleme alışkanlığını köyde de sürdürmüştü. Evin 20
basamaklı merdiveninin her basamağında büyük yağ teneke kutularında rengarenk
çiçekler, pencerelerin önündeki küçük konserve ve salça kutularındaki sevimli
menekşeler ile yarış ederdi. Günün belli saatinde gelen kuşları elleriyle
besler, köylüler tüfekle kovaladıkları bu küçücük kuşların İsmail eniştemin
ellerine konmasına bir anlam veremezdi. Onun için bir çiçeği sevmekle, bir kuşu
sevmekle, bir insan sevmek arasında hiçbir fark yoktu.
Şahin
ağa eniştemden çok sonraları 100 yaşını devirmiş ve kaybettiği hafızasıyla
dünyaya boş boş bakarak hayata gözlerini yumdu. Ondan geriye kalan ise sararmış
sapsarı bıyıklarıyla hiç durmadan içtiği sarma sigaraları ve yörenin en meşhur
beyaz atı oldu.
Yıllar
sonra ilçedeki bir fotoğrafçının vitrini süsleyen taranmış saçlar, jilet gibi
traş ve kahverengi takımla Ayhan Işıkvari bir pozla enştemi gördüğümde
saşırmıştım. İçeriye girip ‘Bu benim eniştemin resmi, size kim verdi?’ dediğimde
‘Kimse vermedi, eski resimlerimizin arasında bulduk, çok güzel bir duruşu
olduğu için koyduk.’ cevabını almıştım. İsmail eniştenin güzel duruşu yaşarken
pek anlaşılamasa da, öldükten on yıllar sonra en azından fotoğrafçı vitrinlerinde
gelen geçen herkesçe takdir görmeye başlamıştı.
Kenan
İmirzalıoğlu; Uzun Hikaye’deki artist duruşuyla, haksızlığa baş kaldıran
çıkışlarıyla, hem cumaya gidip hem de emekçi olmasıyla muhteşem rol yeteneğini
konuşturuyor. Lakin İsmail eniştem tüm bunları hiç rol yapmadan doğaçlama
yaşayan bir adamdı.
Hepimizin
hayatında Bulgaryalı Ali’nin rol kestiği karakteri anımsatan birileri olduğuna
eminim. Mustafa Kutlu sadece gördüğünü yazan bir yazar olarak yanıbaşımızdaki
insanların hikayelerini içten kelimelerle anlatırken, Osman Sınav da bu
kahramanları tüm gerçekliği ve sahiciliği ile sinema salonlarında bizlerle
buluşturuyor.
Derim
ki; Mustafa Kutlu’nun Uzun Hikayesi’ni okuyun, Osman Sınav’ın Uzun Hikayesi’ni
izleyin ve en önemlisi kendi uzun hikayenizi yaşayın.
Bir
gün birisi de sizin uzun hikayenizin kısa hikayesini anlatılır belki, kim
bilir...
Adem
Özbay
0 yorum:
Yorum Gönder
Sensiz kelimelerin sesi olduğun için teşekkürler...