Copyright © Sensiz Kelimeler Sözlüğü
Design by Dzignine

Mutlu insanlar ülkesi

Düşünüyorum da, nerede yanlış yapıyoruz.
Bizden bir iki kuşak önceki büyüklerimiz bu sevmeyi ne de güzel beceriyorlardı. Hepimizin anneanneleri, babaanneleri, dedeleri evlerinde mutlu mesut yaşayarak öldüler. Teknolojik imkânlardan yoksun, çoğu zaman parasız pulsuz yaşamalarına rağmen hayatlarından sevgi ve dayanışma hiç eksik olmadı.
Anneme sordum bu aklıma gelince:
-“Anne bizim köyden dedem ve ninem yaşındakilerden boşananlar oluyor muydu?”
Annem sanki ona dinozorlarla ilgili bilimsel bir soru sormuşum gibi irkilerek ve biraz tepkili bir şekilde:
-“Ne boşanması kızım, bizim büyüklerimiz bir kocaları askere gidince ayrılırlardı bir de mecburen gurbette çalışmaya giden olursa. Yoksa onlar ömür boyu birlikte yaşarlardı, mezarları da hepsinin yan yana olurdu.”
Kendisi de zaten yıllarca babamdan her türlü ezayı cezayı çekmesine rağmen yine de onun yanından hiç ayrılmamış, ne yaşarken ne de öldükten sonra arkasından tek kötü laf söylememiş ve söyletmemişti.
Annem bize dokundurmayı da ihmal etmedi tabi hemen arkasından:
-“Eee şimdiki nesil gibi göçmen kuşlar değildi onlar, bir gün oradan bir gün buradan olmazdı gönülleri. Ölene kadar beraber yaşarlardı yuvalarında. Aynı kaptan yerlerdi, aynı sobada ısınırlardı, aynı çiçeği birlikte sularlardı, evlerinin önünde kedileri köpekleri eksik etmezlerdi, yaşayan tüm canlıları severlerdi. Maşallah siz şıpsevdi oldunuz çıktınız, nerden öğrendiyseniz?”
Ne kadar haklıydı.
Onun bilmediği ise bize bunları modern zamanların öğrettiği idi. Hepimiz üniversite için memleketlerimizden, ailelerimizden uzak yerlere savrulmak zorunda kalmıştık. Zaten ortaokul, lise derken gündüzleri de evimizden uzak kalmıştık. Bizim kafamıza doldurdukları saçma sapan bilgiler bizi sevgiyi bilemez, sevgiyi yaşayamaz hale getirmişti. Ne faydası var köy heyetinin görevlerinin bize şimdi, ya da intregalin, ya da suyun kaynama derecesinin. Bu sistem gereksiz bilgilerle beynimizi patates çuvalı gibi doldururken gerçekten bize gerekli olan hiçbir bilgiyi bize vermedi. Ailemizden almamıza da müsaade etmedi, savurdu bizi memleketin dört bir yanına. İşte biz oradan kalma bir alışkanlık olsa gerek böyle göçmen kuşlar gibi olduk. Aşkta da, sevgide de bir türlü yerimizde duramıyoruz.
Annem ne güzel özetlemişti:
Yuvada beraber yaşamak! Evet biz yuvamızda bile beraber olamıyoruz ki, televizyon, bilgisayar, internet, Facebook derken sanki birbirini hiç tanımayan ve hiç bilmeyen yabancılar gibi yaşıyoruz aynı odalarda. Yemek yerken, uyurken birbirimizi görebilirsek ne ala. Durmadan koşuşturmak, durmadan bir yerlere yetişme telaşı ve hiç bitmeyen istekler, arzular. Tüm bunlar uğraşırken evimizi dahi unutuyorduk. Orada gönül gönüle yaşanması gerektiğini.
Aynı kaptan yemek! Bunun ne kadar güzel ne kadar özel olduğunu şimdi ne kadar da çok iyi anlıyorum. Aynı kaptan yemek aynı vakitlerde sofranın başında toplanmak demekti. Aynı kaşıkları, aynı ekmek dilimini, aynı tabağı paylaşmak demekti. Aynı kaşıkların daldırıldığı tabaklarda belki tükürüğünü bile paylaşmaktı. Ama o tükürük bile karşılıklı sevgi taşıyordu. Birinin içindeki sevgiyi alıp öbürüne taşıyordu. Aynı bardaktan su içiliyordu, çoğu zaman yarısını adam yarısını kadın içerdi bir bardak suyun.
Aynı sobada ısınmak! Artık kaçımız sobayı hatırlar ki. O soba öylesine güzel bir birleştiricidir ki. Akşamın soğuğu bastırınca çıtır çıtır yanan odunların seslerine koşardı eşler ve çocukları. Sobanın başında toplanılır, evde varsa patates, kestane, mısırlar patlatılırdı.  Sonra çocukların uykusu gelir, sobanın etrafına serilmiş yer yataklarına yatırılırdı. Sonra sobanın ile duvarın arasındaki boşluğa seccade serilir. Önce evin erkeği sobada ısıdan sudan abdestini alıp namazını kılardı. Sonra kadın. İnançlarını da o sabanın yanı başında paylaşırlar, aynı inancı yaşamaktan keyif alırlardı.  Sonra eğer gece halvette bulunulmak istenirse kadın kibarca sorardı: “Bey büyük ibriği de koyayım mı sobaya.” Adam da bazen eşi sobanın sıcaklığında tesbih çekerken uyuyakalırsa şöyle hafifçe tatlı tatlı dürter, “Hanım hanım hadi şu büyük ibriği de koy sobaya!” derdi.  O gece kadın namaza durmazsa anlar ki özel günleri başlamıştır kadının. Adam daha narin davranırdı eşine, daha anlayışlı olurdu. O soba onların arasında böylesine bir işaret dili olurdu, konuşmadan birbirleriyle anlaştırırdı onları.
Aynı çiçeği birlikte sulamak! Bütün büyüklerimizin evlerinde köşedeki masalarının üzerinde ve pencerelerinin önünde mutlaka çiçekleri olurdu. Menekşeler, kasımpatılar, buhur-u meryemler, sümbüller… Bahçe kapısının hemen bitişiğinde de mutlaka gül ağaçları olurdu, beyaz, sarı, kırmızı. Beraber sulanırdı bu çiçekler. Bakımları beraber yapılırdı. Bazen kadının eline dikeni batar, kocası hemen parmağını emerdi. Emince kanın duracağına inanılırdı. Ama asıl acısını durdururdu kadının, kocasının emdiği o parmağı akşama kadar diğer parmaklarından ayrı tutar, mutlaka biraz kaldırarak gezerdi. Aklından çıkana kadar o parmak onun en kıymetli organı olurdu, en çok onu severdi vücudundan. Çiçeklerden biri öldü mü sanki çocuklarını kaybetmiş gibi üzülürlerdi, birbirlerini teselli ederlerdi. Kadın sonra komşulardan yeni bir çiçeğin fidesini bulur, diker ve yeni çiçeğini akşam kocasına tatlı tatlı anlatırdı. Yeniden bir çocuk büyütme sevdasına tutulurlar, o çiçek toprağını beğeninceye kadar ve iyice güçlene kadar birlikte dört gözle, dikkatle, rikkatle sarıp sarmalarlardı. Sonra çiçek büyüdükçe gelen geçen komşulara gösterirler ve ne zorluklarla onu yeşerttirdiklerini anlatırlardı hiç bıkmadan.
Evlerinin önünden kediyi köpeği eksik etmemek! Mutlu eşler için vazgeçilmezdir kediler köpekler. Mutlaka her evde birer tane bulunurdu. Kedilerin içeri girip sobanın kenarına kıvrılıp uyuma hakları varken köpekler için evin hemen önüne küçücük bir kulübecik yapılırdı. Mutlaka sabahları kediye sütü köpeğe akşamdan kalan yemekten yapılmış yemeği verilirdi. Her sabah kim önce uyanırsa bunları yapardı. Sonradan kalkan hanım ise “Bey ne yaptın verdin mi hayvanların yemeklerini?” diye sorardı. Bu soruda sadece kedi köpek olmazdı. Kümesteki tavukların yemleri, ahırdaki hayvanların samanları da soruya dâhil edilirdi. Adam da gururla cevap verirdi: “Ooo hanım sen uyurken sobada çayı bile kaynattım.” Kadın da hemen kahvaltılık yumurtaları kırar, zeytini peyniri tabağa koyar sofrayı açardı. Bazen içinden kocasına bir kıyak yapmak gelir, “Bey çorba ister misin, iki dakkada bi çorba karıvereyim sana.” derdi. Adam içeceği yoksa bile hanımın bu jestine “Hay ellerin dert görmesin hanım, ne güzel gider şimdi.” diyerek şükranla, teşekkürle cevap verirdi. Hayvanlar hiç ihmal edilmez. Misafirliğe gidilecekse bile kalınmaz, hep “Evde hayvanlar var, telef olmasın garibanlar.” diyerek akrabaların “kalın” ısrarları geri çevrilirdi. Birde kedi ve köpeklere kızıldı mı, bağırıldı mı bilinirdi ki aslında eşini kızdıracak bir iş yapmıştır kadın yâda koca. Ama kimse birbirine kızmaya kıyamazdı bunun yerine kediye ve köpeğe kızılırdı. Onlarda kuyruklarını kıstırıp kös kös yerlerine çekilirdi. Akşam olunca bir kahve içilir dertlerde unutulurdu.
Yaşayan tüm canlıları sevmek! Büyüklerimiz sadece hayvanları değil tüm canlıları severdi. Her varlık onlar için bir insandı. Gereksiz ağaç kesmezlerdi, gereksiz toprağa kazma bile vurmazlardı. Onların sevgili insana, doğaya, yaşama o kadar yayılmıştı ki sevmenin tüm tezahürlerini, tüm inceliklerini kavramışlardı. O yüzden güzel sevebiliyorlardı. O yüzden ince insanlardı. Sevgileri hem onları hem çevrelerindeki tüm varlığı neşelendirirdi. 
Annemin bu sözleri ne kadar çok kelime yazdırdı bana.
Güzel günlere, o mutlu mesut insanların zamanlarına gitmeyi istedim. Mutlu olmak ya da mutlu yaşayan inşaları görmek için zaman makinasının icadını beklemek ne kötü.
Senle yaşayabilseydik tüm bu güzellikleri, kalbimiz bize bir zaman makinası olurdu, hep giderdik mutlu insanlar ülkesine değil mi?
Bu dünya üzerinde çok ülke varda, acaba mutlu insanlar ülkesi hangi dünya üzerinde. Bu peş para etmez eğitim sisteminin bize öğrettiği hiçbir atlasta bulamadım ben onu.
 
 
Adem Özbay

0 yorum:

Yorum Gönder

Sensiz kelimelerin sesi olduğun için teşekkürler...