İkinci gelişim
bu şehre. Hayatı anlamlandırma denemelerimden yılgınlığa uğradığım, sahiline
sığındığım denizin dalgalarına kucak açtığım yıllar. Ümitlerimi sunduğum
insanlardan bir karadeliğe tıkılma tehditleri almıştım. Yalnızlık bakıyor, aşka
mutedil bir tercüme olmaya çalışıyordum. Kendime ait bir şeylere tutunup
yükseklere açılma gayesindeydim. Azimliydim. İnsanlardan korkuyor, çocuklara
tedbirliydim. Kafesinde umarsız haliyle sohbetime katılan kuşum kadar rahat
olamıyordum bir türlü. Zamana bir menfez açıp, kendimi anlamsızlık ve yücede
kaybetmeliydim. Bir nevi Amok Koşucusu suretindeydim, fakat zarar veren ben
değildim. İstanbul'un kuşlarını, dalgalarını, havasını bu küçük şehre tercih
etmemim bahanesi, sen olmalıydın. Her şeyden kaçtıkça sana yakınlaşmamın bir
açıklaması olmalı. Gözlerini çok özlemiştim. Saçlarını. Sözlerini...
Otobüs
muaviniyle hafif tartışmıştık. Garaja giremezmiş. Yorgundum. Tüm yükümü
yüklendiğim çantamı aldım. Üniversitede okuyan dostun evinin yolunu tuttum.
Bulmak kolay oldu. Dertleştik. Dinlenir dinlenmez bir başka dostun evine
sığınmıştık. Kevakib'i orada tanıdım. Aslında kendisini değil bedbaht eserini
tanımıştım: Dünyaya bir adım uzak aşığını. Asildi. Aşka aşıktı. (Kağıthane'de
ki mezarlıkta sabahlayan Selim'e benziyordu. Sevdiğini kaybettikten sonra, bir
ayda 22 kilo veren, gülmeyi unutan bu mazlum aşığı seviyordum. Mecidiyeköy’de
halk otobüslerinin arasında kalıp ölen sevdiğinin yanına gitmek için can atan
Selim, Kevakib'i anlamama yardımcı olmuştu. Üç dost, tek düşüncesi intihar olan
bu adama söylenebilecek bir cümlenin ne olabileceğine kafa yormuştuk bir akşam.
Yoktu. Tıpkı senin yokluğuna, sözcüklerin kifayetsizliği gibi.) Bu eve
sığınmasının nedenini anlamam uzun sürmedi. Uykusunda bile dayak yediği bir
babanın, üç çocuğuyla karısını terk edip sekreteriyle yaşayan bir abinin, bir
türlü kelimeler üzerinde anlaşamadığı bir annenin arasından kopup, bu
insanların dostluğuna sığınmanın anlamı çok büyük olsa gerekti. Fakülteyi
bitirmesi için alttan dört dersi vermesi gerekiyordu. Sonra belki de öğretmen
olup gidecekti bu zulüm diyarından, Kevakib'i hatırlatan bu şehirden. Şimdilik
mecburi ikametinde ise sık sık gelip evin üç as elamanıyla muhabbet etmekle
mutlu oluyordu. bir kıldan çektiği kadar kimseden çekmeyen, çiğ köfteci Fatih,
kıymetli bir varlığını kaybetmesine ve büyük bir gondol faciası yaşamasına
rağmen matraklığını devam ettiren Ali, doğunun sıcak insanın tüm özelliklerini
üzerinde taşıyan, şalvarsız bir anı görülmeyen Ömer, O'nun dünyasının yegane
dayanak noktalarıydı.
Sabahlara kadar
süren dertleşme seanslarından sonra bağlamasının tellerine dokunup, kuru
şarkılara hüzün yükledikçe sana uzanırdım. Kim bilir nerede hangi hüzünlü
şarkının mısralarından bir şeyler derliyordun bize.
çocukların bir
masala kandığı gibi
ben de senin
sözlerine kanmıştım
güneşin
yeryüzünü yaktığı gibi
gülüm ben de
senin gözlerinde yanmışım
Bu sözleri
türküyü O'ndan dinlemelisiniz. Bağlamanın tellerinden dökülen gözyaşlarıyla
eşlik ederdik. O'na. Gözlerini Kevakib'e kapatıp, hayata uzaktan bakışını
unutamam. Halindeki sergeşlik, anılarının yağmur gibi sözlerine akması ve İsmet
Özel'e bağlılığı. İstemese de fazla konuşurdu. Bazen ağır laf ederdi ağzı.
Mesela; sonunda ölüm olmayan hiç bir şeyde arama beni, demişti bir gün. Şiire
aşıktı. Neden yazmadığını sorduğumda "Anlatamam" demişti.
"Devamlı bulanık akan Yeşilırmak'tan mı, dağların arasına sıkışıp kalmış
bu şehirden mi? Düşlerimde yazıyorum ama apansız yağmurlar kaçırıyor
mısralarımı. Zaten gözyaşsız sözcüklere itimadım yok. Hep hayal ediyorum:
Tanrıçalara kurban edilen güzellerin kanlarının aktığı gölün kenarında yetişmiş
bir kamış geçer elime. Belki yazarım o zaman." derken boşlukta kaybolup
beni yalnız bıraktığına şahit olurdum. Kevakib'i anlatmasını isterdim. Susardı.
"Öğretmen şimdi." deyip susardı. Bir ara Balıkesir'de olduğunu da
söylemişti galiba. Neden ayrıldıklarını sorduğumda "Aptal bir rüyadan
dolayı" deyince şaşkınlığım artmıştı. Sonraları o geceyi anlatmıştı bir
yalnızlık anımızda. Mutlu günleri bitiren, doktor doktor, hoca hoca
dolaştırılmasına sebep olan o geceyi. Ayrıldıkları temmuz gecesini. "O
gece zihnime soktuğu tüm ayrılıklar, O'nun gözlerini silmiyor aklımdan. Ne renk
baktığını hatırlamasam da karanfil bakardı sanki. Aşkta bakardı. Benzer
bakışların ağırlığı altında ezilmekten yoruldum artık. Uzun uykulardan kalan
rüyalara, ben de manalar yüklemek istedim. Hocama anlattıklarım çoktan silindi
hafızamdan. Bir; O'nun bir biblo olarak süslediği rüyalar üzüyor beni. Hep
suskun çünkü. Göz kapaklarımın arkasına sakladım hayalini, kimseler anlamasın
diye sadece sigara dumanlarına çizdim. Hep uyanmak ve O'na doğru çılgınca
koşmak istedim. Dağlar çıktı önüme. Aldırmadım. Ama bu şehir bırakmıyor işte
beni. Bilmem ki gitmeli miyim?" deyip o bildik şarkısına devam ederdi:
gel bulut ol,
yağ da biraz ıslandır
al başımı
dizlerime yaslandır
delirmişim sev
de beni uslandır
ben aklımı
gözlerine takmışım
Kevakib bir
muamma olsa da, müşahhas bir misal olarak sen duruyordun karşımda.
Dayanıklılığıma hayretim gün be gün artıyor. Gel demenin ne kadar zor olduğunu
anlatamam. Yüreğim bir kumbara gibi her gün azar azar hüzün biriktiriyor. Seni
yalnızlıktan devşiriyorum. Sevmenin bu kadar yaban olduğunu bilemezdim ki.
Kevakib için Fatih "parlak yıldız" demişti. Senin için "girift
yol" mu demeli? Bir güvercin sadeliğinde kaybolduğunda ben sana ne adlar
vermiştim oysa. Sevgili.
"Senin beni
anladığını hissediyorum. Ayrıntıları ahenkleştiriyor ve beni kargaşadan uzak
tutmaya çalışıyorsun. Nede olsa ortak bir ipimiz var. Tutundukça şiir
fethediyor dostluğumuzu. Diğerlerinin sıcak dostluklarını unutamam. Gecelerin
verdiği sızıları kelimelerle akıttım gözlerine. Şikayetten öte aşka yol açan
bir şeyler işittim onlardan. Anlaşılmak gibi bir dert taşımıyorum. Çağı
aşmalıyım deyişime kendilerini gülmekten uzak tutup, fırtına da yolunu yitirmiş
bir sandala kıyıdaki fener aydınlığı vermeleri beni rahatlatıyor. Tütünümüz de
ortak çoğu zaman. Tek..." deyip kesmişti sözünü. Soramadım.
Kevakib
dikilecekti tekrar karşıma. Acı vermemeliydim. Kadirşinas birisiydi. Bende
anılarına karşı öyle olacaktım. Gizli bir sözleşme de sayılabilir bu. Sonra
anlattı. Hocasını. Ayyaş alevi dedesinin kendisini nasıl tedavi etmek istediğini.
Kocakarı ilaçlarından çektiklerini. Derin ve uzun uykularını. Rüyalarını.
İnsanlardan ne beklediğini. Dostluğu. Bağlamaya başlama hevesini. Bir kız
yüzünden anfiye dalıp, ortalığı karıştırdığı için okuldan nasıl ceza aldığını.
Hepsinden sana
ait bir şeyler çıkarma derdindeyim. Senin bilmeceni çözmeme yarayacaktı bu.
İhanet endişesi olmasa belki de başarırdım. Senden uzaklaşamama korkusu da
kaplamıştı içimi. Şehrin en yükseğinde bulunan kaleye tırmanmayı düşündüm.
Ufukta seni arayacaktım. Bulutları koklayıp rüzgardan seni soracaktım. Korktum.
Lanet sınava çalışmak bahanesi önümü kaplamıştı.
Geceme ay
gündüzüme biraz güneş sal
Onurunla yaşam
olur, sen hep böyle kal
Sermayem sevgimdir canım, onu da sen al
Adem Özbay
0 yorum:
Yorum Gönder
Sensiz kelimelerin sesi olduğun için teşekkürler...