Soruyorum: Beni
bu yalnızlığımdan çekip almaya muktedir biri yok mu şu koca dünyada.
Milyarlarca insan neden kanımı acıtarak, anlamsız bir şekilde beynimin
kıvrımında dolaşıyor. Televizyon ekranından ve gazete sayfaları arasından beni
bu kadar iğdiş etmeye hakları var mı tüm bu kalabalıkların? Bu kalabalık
kalabalıklarda neden sen yoksun? O şefkatli ellerinde alnımın hararetini
düşürmek için parmaklarından abı hayatlar akıtmak için, neden uzatamıyorum
başımı dizlerine. Ve cevapsız düzinelerce sorumun cevabı olan ikinci tekil
şahıs sen, şimdi hangi şehrin limanında sakinliğinle, dinginliğinle beni
çağırıyorsun. Bir bilsem.
Bir bilsem, nice
dağları ovaları aşar düşerdim yanı başına. Cüzdanımı ve beni kuru kalabalıklar
arasında ayrıcalıklı yapan ne kadar kartvizitim varsa atardım onların denizin o
muhlis bir o kadar da kışkırtıcı sularına. Atardım çünkü çeyrek asırlık bir
ömrün sonunda yaşanmış olan ne varsa ve ne varsa yaşanılacakların tekrarı çok
yordu beni. Yorgunluğum için nice kelimeler aradım lügatlerde. Nice harfler dizdim
peş peşe; hani kutsal yolculuğa çıkmış yüzlerce insanın kervanın peşi sıra
dizilip, kıvrıla kıvrıla yolculuğu gibi. Ve kıvrandım.
Geceler tüm
azametiyle benim üstüme abandılar haince. Karanlıklarından değil gözlerini
açtığımda karanlığımı bitirecek sen olmadığın için korktum. Ve korkmaktayım
hala. Bu karabasanlardan sıyrılıp aydınlıklar içinde olacağım anın,
müddetsizliğinden korkmaktayım. Alnımı kırıştıran ve karıştıran çizgilerimde
seni nerelerde kaybettiğim okunmuyor. Sadece yokluğun ve hüznünle dört bir yana
savrulan bir sonbahar yaprağının ince, derin ve sessiz çığlığı duyuluyor. O
çığlıklardan seni hayra yormam ne kadar zor. Ne kadar zor bu dipsiz kuyularda
bir damla su bulma umuduyla kovasını salacakları beklemek. Ayrılığın ne kadar
kavuruyor ise hasretimi bir o kadar da kırıyor beni. Kırılıyorum. Kırıldıkça,
sen nakaratlarında ayrılıklar dizili şarkılar fısıldıyorsun kulağıma.
Dinlediğim nice şarkılardan daha içli bu şarkılara kavrulan dudağımdan yana
yakıla yayılan türkülerle eşlik etmek isterdim. Ama şimdi bir türkü dizecek ne
harflerim kaldı nede bunları dünyaya salacak bir dudağım.
Bu hayat
komedyasında bir başına kendimi salmışken rüzgara, çağırıyorum seni en çok
acıyan yanlarımla. Eğer ki duyuyorsan sesimi, eğer ki azıcık hakkım geçmişse sana,
bir koşuda bir nefeste gel yanı başıma. Çünkü artık ferhatın dağlarında
mecnunun çöllerinde son demlerini yaşayan kalbim, yağı bitmiş kandil gibi azar
azar ferini tüketmekte. Tüketmekte ve korkarım seni bulamadan ve seni sevemeden
ölümüm bu ayrılığın elinden olmakta. Oysaki, nice rüyalardan uyandım ben; sen
rüyalarda aranmayacak kadar gerçektin yanı başımda. Ama hangi yanımdaydın. Nice
yolculuklardan vazgeçtim ben, çünkü sen çoktan menzile varmıştın. Ama hangi
menzildeydin. Nerdesin? Nerdesin? Nerdesin? Bu kelime kaç kez yankılandı
kulaklarında. Kaç kez yüreğin acıdı seni çağıran birisini hisseder gibi
olduğunda. Kaç kez uykularından uyandın apansız. Kaç kez lokmaların düğümlendi
boğazına. Kaç kez ağladın vapurun ardından yitip giden köpükleri gördüğünde.
Kaç kez dinmedi hasretin. Kaç kez uzağında oldun kendinin. Kaç kez merhametle
yuvasız bir yavru kuşu, bir goncası kırık çiçeği okşadığında ellerin titredi
belli belirsiz. Kaç kez sıcaklarda üşüdün. Kaç kez kalabalıklarda yalnızlaştın.
Kaç kez özledin kim bilir hangi bulutların peşine takılmış, oradan oraya seni
arayan beni.
İşte ben şimdi
sözlüklerde olmadığından çok kelimelerde geliyorum sana. Ayrılığın hiçbir
hikayede yazmayan acısıyla... Hasretinle… Bu şehrin yani İstanbul’un kaç
tepesinde seni aradım bilir misin? Kaç yokuşunu tırmandım. Kaç şarkısına
tutuldum. Ne sen vardın, ne de sesin. Bütün bunları olmamış sanma. Tüm kutsal
kitaplara yemin ederim. Yalanım varsa çarpsın ekmek beni. Çarpsın ve darmadağın
olmuş halimle oynaşsın çocuklar tenha sokaklarda. Taşlasınlar, kovalasınlar,
tükürsünler ve gülüşsünler perişan halime. Öyle bile olsam gel ve bir köşe
başında titrek ellerimle ve korkak gözlerimle ağlaşırken çocukları üzdüğüme,
bir defacık bile olsa öp beni. Öp ve beni uyandır dünyanın tüm kabuslarından.
Bir defacık uyanayım ve sonrasında kapansım gözlerim. Ne yazar. Bir kere
görecekse seni bu gözler, bir kere öpecekse seni bu dudaklar ve bir kere
okşayacaksa seni bu eller, işte o saatte gelsin Azrail ve indirsin hançerini
kalbime. Gülün dikenine kalbini uzatan bülbül neden feryat etmez bileyim.
Bileyim ve sen olmayan bu hiçlik dünyasından alıp başımı gideyim.
Bırak beni
gideyim mi yoksa bırakma beni sevgili diye mi yazıp bitireyim.
Soruyorum...
Adem Özbay
0 yorum:
Yorum Gönder
Sensiz kelimelerin sesi olduğun için teşekkürler...