Evet, evet. Sen
bu dünyanın başına gelen en güzel şeysin. Çünkü sen hiçbirimizin olamadığı
kadar kendinsin. Kendinde kaynamış ve dönüp dolaşıp kendine akan bir ırmak gibi
yaşıyorsun hayatı. Dolanıp durduğun kıvrımlar seni kendine tamamlamaktan
alıkoyamıyor. Üzerine giydiğin o sonbahar aynası elbiselerin senin nehrine
düşmüş yapraklar gibi seninle akıyor. Fakat o akışta ne bir sonbahar
yalnızlığı, ne bir yitiriliş hüznü var; ne de yardan ayrılışın elemli kasvetli
acılığı…
Evet, evet. Sen
bu dünyanın başına gelen en güzel şeysin. Çünkü sen gülmenin ne kadar büyük bir
sorumluluk olduğunu bilenlerdensin. Güldüğünde yaşamın şahdamarımıza binen
ağırlığını ta içinden hissettiriyorsun bize. Ne lüzumundan fazla gülüyorsun, ne
de az. Sanki yüzünün hassas kesimi o sahiciliğinden hiç şüphe bulunmayan
gülüşün için ayarlanmış. Gözlerin, yanakların, burnun, dudakların… Tüm bunları
bir araya getiren nice eylemler içinde gülmen ne kadar huzurlu, gülmen ne kadar
bizden. Ne kadar sıcak ve sıcacık.
Evet, evet. Sen
bu dünyanın başına gelen en güzel şeysin. Kalabalıkların içinde yalnız
kalışınla, koskoca ormanların orta yerinde yapayalnız ötüşen minik bir serçe
gibisin. Fakat serçe nasıl ormanla bütünleşmiş ve aslında yalnızlığın değil,
hayatın tam orta yerindeyse sen öylesinesin işte.
Sessiz ve sakin yanlarınla hayata aldırdığın nefesleri hissetmeyi bilenler
tanır ancak senin hayatının kalp atışlarındaki coşkuyu. Hiç kimse ihtimal
vermese de ihtişamlı bir dokunuşla dokunur ince zayıf parmakların varlığın aşki tenine. Orada nice yanardağlara atlarsın, nice
bulutlardan düşersin, nice arenalarda savaşırsın da kimsecikler fark etmez
içinden içine taşan engin okyanusun sularında nasıl oynaştığını… Hiç
durmaksızın, umutsuzluğa bulaşmaksızın…
Evet, evet. Sen
bu dünyanın başına gelen en güzel şeysin. Mesela yürürken amansız bir savaşın
ortasında kalmış bir savaşçı gibi tedirgin basarsın adımlarını. Tedirgin fakat
o kaostan kurtulmak için olabildiğince hızlı. Gezegenlerin dönüş hızında
bulunmayan bir anlam vardır o hızlı adımlarda. Ayağının salınması, sonsuz
gökyüzünün tam merkezinden o soğuk taş ve kül yığıntılarına bir nefes gönderir
gibidir. Azar azar can verir o salınımların yeryüzünde yitik düşmüş nice
yoksulluklara. Varlığın gömülü olduğu bedenlere sahip olanlar seni nasıl
kıskanırlar bir bilsen… Hiç erişemeyecekleri bir yaşamı nasıl kıskanırlar,
nasıl özlerler…
Evet, evet. Sen
bu dünyanın başına gelen en güzel şeysin. Ne kadar anlatsam da bitmeyecek bir
masal gibisin. Kelimelerin, sözcüklerin, sayıların ne yan yana ne alt alta
dizilmesinin, formüller üretmesinin, şifreler kurmasının seni anlatmaya ne
denli yetersiz kaldığını nasıl anlatsam sana bilmem ki! Sadece bu dünyadan hala
ümit besleyebilmem, çiçeklerin ısrarla açmaya devam edeceğini ummam,
kelebeklerin inatla yüzlerimize dokunacağını hayal etmem senden işte.
Evet, evet. Sen
bu dünyanın başına gelen en güzel şeysin. Bense geç bestelenmiş bir güftede
erken yazılan bir mısrayım. Hangi notama ses vermeye çalışsam; hangi neyde,
tamburda, rebapta, gitarda, kanunda, udda can
bulmayı umsam hiç iyileşemeyeceğim kadar yaralı, hiç bilemediğim kadar
belirsiz, hiç öpemeyecek kadar tedirginim. Dileğim, ezberimde olan bu cümleyi
her söylediğimde gülden güzel gülüşünle göreyim seni. İşte bana en çok yetecek,
aslında hiç yetmeyecek yegane mal varlığım. Senden gelip sende nihayete eren
hayatım…
Adem Özbay
0 yorum:
Yorum Gönder
Sensiz kelimelerin sesi olduğun için teşekkürler...