Sormadın halimin esrarı nedir
Çekerim aşkını kaç senedir
Bak yemin
ediyorum: Bir sevsen beni, düşecek bütün hasretlikler yakamdan. Gecelerin
kelimelerimi hırpalayan ve parmak uçlarımı kanatan sessizliğinin canına
okuyacağım. Bir sevsen beni yıldızlara el ense çekip bir Kırkpınar pehlivanı gibi,
galaksilerle birlikte çalacağım ayın haylaz gülümsemeli yüzüne hepsini. Bir
sevsen, bir bakışımla nice kırmızı ışıkları aşıp düşeceğim yanı başına...
Şunu bil; yüzüme
her konuşuşunda uğultular çoğaltıyor harflerin içimde. Çoğaldıkça çoğalıp
kaplıyorlar evrenimi. Yalnızlıklar arasına karışıyorum sana yakınlaşmak için,
yakınlaştıkça karışıklığımı artırıyorsun. Arttıkça ayrığım ahd ediyorum nice
bülbül katili güllere.
Şuna inan ki,
Romalı bir asilzadenin namını yürütmek için aslanlara kur yapan bir gladyatör
gibi; şanın ve itibarın için savaşabilirim tüm yel değirmenleri ve ellerinde
zehirli elmalar taşıyan cadılarla.
Söyle bana;
bilir misin hiçbir çiçeği koparamadım sana sunmak için; senin gözlerini
anımsatırlardı bana. Hiçbir kuşa kapan kurmadım, soğuk kış günlerinde aç
kaldıklarında; senin ellerine benzetirdim kanatlarını. Bir tek ekmek kırıntısı
attıysam çöpe, kırılsın ellerim; sırf ekmek yiyişinin güzelliğine... Bir elmayı
dilimlediysem Allah belamı versin; senin ısırırkenki neşeni kaybederim hayallerimden
korkusuyla. Bil ki; hiçbir ağaca ismini kazıyamadım, gözyaşlanırlar da billur
bir inci olan gözyaşlarına akıtırlar diye.
Şimdi sen bana,
beni ne kadar çok sevdiğini anlat. Gerçek yalan fark etmez, gözlerimde nasıl
kaybolduğunu, ellerimin seni İstanbul gibi sardığını, kalbimde ne çok yer
bulduğunu, beni aşksızlara inat nasılda inadına sevdiğini anlat. Yalandan da
olsa bir de gülümsemen, ne çok hoşuma gider bir bilsen. Şimdi sen bana ne olur
beni ne kadar çok sevdiğini anlat.
Bilirsin belki,
o yürüdüğün yol bana çıkar. Benim göğsümde filizlenir senin hayata bıraktığın
tohumlar. Vardır ya resimlerde, ilginçtir diye basarlar dergilere; bir kayanın
yada taşların içinden bir çiçek boy salar, bırakır kendini hayatın bağrına,
Küçük Prensin macerası gibi. İşte ben senin kayadan sert göğsüne Martı Jonathan
gibi inerim. Tüylerim dağılır dört bir yana. Sen her şeyin ikimize vardığını
sakın unutma.
Ey güzel, şimdi
ben kucağını siper yapıp saçlarını doladım boynuma. İster idam ilanımı sal her
yana rüzgara bırakacağın gözyaşlarınla. İster tut ellerimden kışkırt beni seni
saran kalelerin kapılarına. Sür beni mağrur kumandaların yüz binler askerinin
arasına. Teke tek savaşmak değildir benim kahramanlığım ve elime almam bir
kılıç bile. Ben ki, zaten senin hasretinle suda bile yanarım, sana kavuşmaya
dair azmimle ne zaferler kazanırım, ne yenilgilere bilenirim. Ey güzel bir
sevgi fermanını asmak için boynuma, söyle ne kadar daha güllerden kan
süzeyim?
Mademki; ömrüme
bir aşkbasan eşkıyası gibi çöktün, şimdi beni bir dokunuşla uyandırman lazım
değil midir bu vuslat provalarından. Şimdi içime dudağından dualar üfleyip
baharlar ekmen lazım değil midir? Hele söyle beni sevmen şart değil midir?
Ve artık; ben
intihar meraklısı bir adam değilken, bir yitip gitmek kalmışken bana, bil senin
sevmene kuduran muhtaçlığımı. Bil ve anla menekşelerin ve rüzgarın ve aşkımın
kızı.
Öyle sevki beni,
sadece öleyim.
Şerefim
üzerine...
0 yorum:
Yorum Gönder
Sensiz kelimelerin sesi olduğun için teşekkürler...